• ANASAYFA
  • PARTİ
    • Parti Tüzüğü
    • Parti Yönetmelikleri
    • Parti Programı
    • 2023 Siyasi Vizyon
    • Gelir Gider
    • Dosya Arşivi
    • İcraatlar
    • Hedef2023
    • Seçimler
  • AK KADRO
    • Genel Başkan
    • Başkanlıklar
    • Merkez Yürütme Kurulu
    • Merkez Karar ve Yönetim Kurulu
    • Merkez Disiplin Kurulu
    • Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulu
    • Siyasi Erdem ve Etik Kurulu
    • Kurucu Üyeler
    • Hükümetler
    • Milletvekilleri
    • Belediye Başkanlarımız
  • HABERLER
  • FOTO-VİDEO GALERİ
  • İLLER
    • Adana
    • Adıyaman
    • Afyonkarahisar
    • Ağrı
    • Aksaray
    • Amasya
    • Ankara
    • Antalya
    • Ardahan
    • Artvin
    • Aydın
    • Balıkesir
    • Bartın
    • Batman
    • Bayburt
    • Bilecik
    • Bingöl
    • Bitlis
    • Bolu
    • Burdur
    • Bursa
    • Çanakkale
    • Çankırı
    • Çorum
    • Denizli
    • Diyarbakır
    • Düzce
    • Edirne
    • Elazığ
    • Erzincan
    • Erzurum
    • Eskişehir
    • Gaziantep
    • Giresun
    • Gümüşhane
    • Hakkari
    • Hatay
    • Iğdır
    • Isparta
    • İstanbul
    • İzmir
    • Kahramanmaraş
    • Karabük
    • Karaman
    • Kars
    • Kastamonu
    • Kayseri
    • Kilis
    • Kırıkkale
    • Kırklareli
    • Kırşehir
    • Kocaeli
    • Konya
    • Kütahya
    • Malatya
    • Manisa
    • Mardin
    • Mersin
    • Muğla
    • Muş
    • Nevşehir
    • Niğde
    • Ordu
    • Osmaniye
    • Rize
    • Sakarya
    • Samsun
    • Şanlıurfa
    • Siirt
    • Sinop
    • Şırnak
    • Sivas
    • Tekirdağ
    • Tokat
    • Trabzon
    • Tunceli
    • Uşak
    • Van
    • Yalova
    • Yozgat
    • Zonguldak
  • İCRAATLAR
  • HEDEFLER
  • BİZE ULAŞIN
  • ENGLISH
  • العربية
  • EN
  • العربية
DİĞER RESMİ AK SİTELER

Kadın Kolları

Kadınlarımızla yarınlar daha aydınlık olacak.

Gençlik Kolları

AK Gençlik, kökü mazide, gözü istikbalde olan gençliktir.

AKİM

Görüşleriniz bizim için önemli.

AK İcraatlar

Birlikte başardık!

Türkiye Bülteni

AK Parti Resmi Yayın Organı

Yaşlılar Koordinasyon Merkezi

Yaşlılar toplumun kutup yıldızıdır.

Engelli Koordinasyon Merkezi

Yeter ki gönüller engelli olmasın. İnşallah her engel aşılır.

TBMM Grup Başkanlığı

 

E-Posta

 

  • PARTİ
    • Parti Tüzüğü
    • Parti Yönetmelikleri
    • Parti Programı
    • Kurumsal Kimlik
    • 2023 Siyasi Vizyon
    • Gelir Gider
    • Dosya Arşivi
    • İcraatlar
    • Hedef2023
    • Seçimler
  • AK KADRO
    • Genel Başkan
    • Başkanlıklar
    • Merkez Yürütme Kurulu
    • Merkez Karar ve Yönetim Kurulu
    • Merkez Disiplin Kurulu
    • Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulu
    • Siyasi Erdem ve Etik Kurulu
    • Kurucu Üyeler
    • Hükümetler
    • Milletvekilleri
    • Kadın Kolları
    • Gençlik Kolları
    • Belediye Başkanlarımız
  • HABERLER
    • Genel Başkan'dan
    • Başkanlıklar
    • Foto-Video Galeri
  • İLLER
    • Adana
    • Adıyaman
    • Afyonkarahisar
    • Ağrı
    • Aksaray
    • Amasya
    • Ankara
    • Antalya
    • Ardahan
    • Artvin
    • Aydın
    • Balıkesir
    • Bartın
    • Batman
    • Bayburt
    • Bilecik
    • Bingöl
    • Bitlis
    • Bolu
    • Burdur
    • Bursa
    • Çanakkale
    • Çankırı
    • Çorum
    • Denizli
    • Diyarbakır
    • Düzce
    • Edirne
    • Elazığ
    • Erzincan
    • Erzurum
    • Eskişehir
    • Gaziantep
    • Giresun
    • Gümüşhane
    • Hakkari
    • Hatay
    • Iğdır
    • Isparta
    • İstanbul
    • İzmir
    • Kahramanmaraş
    • Karabük
    • Karaman
    • Kars
    • Kastamonu
    • Kayseri
    • Kilis
    • Kırıkkale
    • Kırklareli
    • Kırşehir
    • Kocaeli
    • Konya
    • Kütahya
    • Malatya
    • Manisa
    • Mardin
    • Mersin
    • Muğla
    • Muş
    • Nevşehir
    • Niğde
    • Ordu
    • Osmaniye
    • Rize
    • Sakarya
    • Samsun
    • Şanlıurfa
    • Siirt
    • Sinop
    • Şırnak
    • Sivas
    • Tekirdağ
    • Tokat
    • Trabzon
    • Tunceli
    • Uşak
    • Van
    • Yalova
    • Yozgat
    • Zonguldak
  • BİZE ULAŞIN

SONRAKİ HABERİ OKU

Başbakan Davutoğlu’nun KKTC Başbakanı Kalyoncu ile yaptığı basın toplantısının tam metni

Mart 02, 2016 - 17:19:00

Başbakanların ilk ziyaret ettiği ülke Yavru Vatanımız ve hepimizin gönlünde ayrı bir öneme sahip olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir. Ben Hükümeti kurar kurmaz hemen ziyarette bulunmuştum, o zaman Sayın Kalyoncu’yu da Türkiye’ye davet etmiştim ve bugün bu ziyaret gerçekleşti, kendisine hoş geldiniz diyorum.

Ayrıca, biraz önce de şahit olduğunuz gibi su temini ve yönetimine ilişkin hükümetler arası anlaşmayı da imzaladık. Bu asrın projesidir, doğru, çünkü bu dünyada çok ender, belki de bu anlamda ilk deniz aşırı bir su aktarım hattıyla Yavru Vatan Ana Vatana bir kez daha bağlanmış oluyor. Asırlarca aynı kaderi paylaşan Ana Vatan ile Yavru Vatan 1974’te oraya giden şehitlerimizin akan kanıyla ebedi ve ezeli birlikteliği dönüşmüştü. Şimdi de buradan akan suyumuzla su gibi aziz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ülkemizin, benim de doğdum, büyüdüğüm Torosların sularını gönderiyoruz. 

Bu önemli bir projeydi, 7 Mart 2011 tarihinde Anamur’da atılmış. Atıldığı zaman bunun temeli, birçok kişi bunu bir hayal, acaba gerçekleşir mi diye baktığı bir projeydi. Ama tarih verdiğimiz zamanda gereken adımlar atıldı, 30 Mart 2012’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafında Geçitköy Barajı’nın genişletilmesi çalışmalarına başlandı, denizaltı boru hat geçiş hattını da geçen Ağustos’ta tamamladık ve yine hepinizin hatırlayacağı şekilde 17 Ekim 2015’te de hem Türkiye tarafında, hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafında yaptığımız törenlerle, cumhurbaşkanlarımızın da katılımlarıyla çok büyük bir mutluluğu birlikte yaşamıştık.

Bu asrın projesinin hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne, Yavru Vatana Türkiye’nin ana sütü gibi onlar için helal olan suyunu gönderiyoruz, hem stratejik bir hamle yapıyoruz. Çünkü adaların dünyanın her yerinde en önemli problemlerinden biri su kaynağına sahip olamamaları veya sahip olunan su kaynaklarının sınırlı olmasıdır, bu anlamda da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne giden Anadolu suyu stratejik bir yatırımdır. Ve inşallah önümüzdeki dönemde bir barış gerçekleşecekse bunun anlamı daha da fazla ortaya çıkacak, Türkiye’yle Kıbrıs arasında kurulan bu hat suyu aktardığı gibi, iki önemli ülkeyi de birbirine bağlama yanında Kıbrıs’ın geleceği ve çözüm süreci bağlamında da geleceği çerçevesinde atılan önemli bir adım, yapılan önemli bir hamledir. Tekrar hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.

İnşallah bu suyla birlikte bütün soydaşlarımızın içme suyu meselesinin hallolması yanında, Kıbrıs’ın bereketli toprakları daha da bereketli hale gelecek.

Ayrıca, tabi bugün değerli Başbakanla Kıbrıs’la ilgili birçok konuyu ele aldık, Sayın Akıncı’nın yürütmekte olduğu müzakerelerde gelinen son aşamayı gözden geçirdik, birlikte yapmakta olduğumuz çalışmaları bu anlamda değerlendirme imkânı bulduk. Yine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Hükümet olarak yaptıkları bazı önemli yasama faaliyetleriyle ilgili Sayın Kalyoncu bize bilgi aktardı, bu çerçevede biz de kanaatlerimizi paylaştık. 

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kendi ayakları üzerinde kurumsallaşmış bir siyasi ve ekonomik yapıya kavuşması, Türkiye için en önemli stratejik hedeflerden biridir, hayati öneme haizdir. Bir çözüm olsun olmasın, bir kurucu devlet olarak bir çözüm halinde bir kurucu devlet olarak varlığını devam ettirecek olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, iki kurucu devletten biri en sağlam temeller üzerinde inşa edilmesi, çözüm olmaması halinde ise bu kez dünyada saygın ve tanınmış bir ülke olarak da yine kendi yoluna devam edebilecek birikime sahip olması iktiza eder. Bu konuda Türkiye her zaman hangi şartta olursa olsun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ve Kıbrıslı soydaşlarımızın yanındadır, hiç kimse burada yanlış bir hesap içine girmemelidir. Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne verdiği destek, işte bugün olmazı olur kılan destek su projesinde olduğu gibi hep sürecek ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki soydaşlarımızın, kardeşlerimizin huzur, güven ve istikrar içinde yaşaması için ne gerekiyorsa bunları şimdiye kadar yaptığımız gibi bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz.

Sayın Kalyoncu üniversite yıllarını Ankara’da okudu, dolayısıyla buraların zaten yabancısı değil, biraz da Ankara’daki eğitim yıllarıyla ilgili hatıraları paylaştık. Her zaman Ana Vatanınıza, ikinci evinize ve Ankara olarak da kendi şehrinize hoş geldiniz diyorum Sayın Kalyoncu. 

Bütün soydaşlarımıza, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki kardeşlerimize de selamlarımızı iletmenizi, 78 milyonun selamlarını iletmenizi rica ediyorum; hoş geldiniz.

Şimdi tabi zaten bizim tanımadığımız bir ülkenin yorumu da bizi bağlamaz, yani böyle demek icap eder. Düşünün, aslında bu zihniyeti yansıtıyor, olumlu da olsa hiçbir adımı biz benimsemiyoruz demektir. Düşünün, biz büyük bir alicenaplıkla, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kastetmiyorum, Kıbrıs Adası’nın bütününe su gönderiyoruz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne biz zaten her şeyimizi vermeye hazırız, hiç kimsenin tereddüdü olmasın. Bu herhangi bir ülkenin diğer ülkeye yardımı gibi de telakki edilmez bizim tarafımızdan. Onun için dedim ana sütleri gibi ak ve helal Anadolu suyu gidiyor dedim oraya ve onu dikkat ederseniz Anadolu’dan gidip de orada akan şehit kanına da gönderme yaparak söyledim. Dolayısıyla bizim yaptığımız, Kıbrıslı soydaşlarımıza kendi hakları olan ve bizim gönderdiğimiz sudur aziz.

Ama aynı zamanda projenin en başından itibaren hep şunu söyleye geldik: Bu aynı zamanda Kıbrıs Adası’na gidiyor, dolayısıyla Kıbrıs Adası’na ulaşan bir su inşallah barış olduğunda bütün Kıbrıs’a, sadece Türklere değil Rumlara da bir abıhayat olacaktır Sayın Kalyoncu’nun ifadesiyle tekrar kullanarak, bunu da söyledik, bunu büyük bir barışın ilk adımı olarak da zikrettik. Bakın biz ne kadar olumlu bir dil kullanıyoruz, ne kadar yapıcı bir yaklaşım sergiliyoruz. Şunu demedik: Bu giden su sadece Türklere gidiyor ve Rumlar ilelebet bu sudan istifade edemeyecek demedik hiçbir zaman. Çünkü bizim için su bütün insanlığa, bütün beşeriyete Allah’tan bir lütuftur, ne olursa olsun suyu kimseye kesmeyiz. 

Şimdi biz bu kadar olumlu bir dil kullanırken, karşı taraftan bu anlaşma bizi bağlamaz. Bağlasa ne olur, bağlamasa ne olur? Bu su oraya gitti mi? Gitti. Anlaşma imzalandı mı? İmzalandı. O anlaşmayla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki her soydaşımız bu sudan istifa edecek mi? Edecek. Onları da bağlamayı versin, yani bunu o kadar dert etmeye gerek yok, ama zihniyeti yansıttığı için önemli. İşte bu zihniyet sebebiyle Kıbrıs’ta barışa ulaşılamıyor, yani olumlu bir adımı bile engellemeye veya kötülemeye veya yok saymaya dönük bir tavır zaten Kıbrıs’ta barışın gelmesine engel oluyor. Biz ise bakın ne kadar rahatız, her türlü çözüme açığız, her türlü şeyi konuşmaya açığız, su göndermeye açığız, gönül almaya açığız, su vermeye açığız. Neden? Çünkü kendimize güveniyoruz, haklılığımızdan eminiz, gücümüzden de eminiz, durduğumuz pozisyondan da eminiz, dolayısıyla çok ciddiye almamak lazım. 

Bir gün onlar şimdi ciddiye almadıkları veya kabul etmedikleri bu anlaşmayla gelen suyu içmeye başladıklarında herhalde bugünü hatırlarlar, Türkiye’ye teşekkür ederler. Sayın Kalyoncu’ya bu anlaşmaya imza attığı için teşekkür ederler, kendi yaptıklarından da gün gelir utanırlar. 

Şimdi arkadaşlar, bu meseleye 3 açıdan bakmak icap ediyor ve samimiyetle de kanaatlerimi paylaşmak istiyorum. Olan her şey halkımızın, kamuoyunun gözünde oldu. 

Birincisi, esas itibarıyla konu nedir? Esas itibarıyla konu, iki gazetecinin herhangi bir şekilde bir görüş beyan etmesiyle alakalı değildir, esas itibarıyla konuyu bir kere tekrar hatırlamakta bir fayda var. Benim de doğrudan bu anlamda taraf olduğum bir husustur bu. Niçin? Hatırlarsanız, 19 Ocak, 2014 tarihinde Bayırbucak Türkmenlerine, yani geçmişte Kıbrıs Türklerine yaptığımız yardım gibi, ezilen, zulüm gören, baskı altında olan Bayırbucak Türkmenlerine yardım götürmekte olan ve siyasi otoritenin talimatıyla, o zaman Sayın Başbakanımızın, şimdiki Cumhurbaşkanımızın talimatıyla, benim de Dışişleri Bakanı olarak bütün misyonundan haberdar olduğumu bir yardım konvoyuna dönük olarak, devletin içine sızmış bir grup hain tarafından açık bir müdahale, bütün yasaları çiğneyen bir müdahale söz konusu oldu. Bunu yapmakla kalmadılar, bunu dünyaya öylesine bir şekilde takdim ettiler ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve bu talimatı veren Başbakanı, Dışişleri Bakanını, ilgili yetkilileri, MİT Müsteşarını dünyaya şikâyet edecek bir tavır içine girdiler. Yani bu gazetecilik haberinin kökenine önce gitmek lazım. 

Ne zaman yapıldı bu biliyor musunuz? Tam da 17 Ocak’ta ben Birleşmiş Milletler Mülteciler Komiserini Dışişleri Bakanı olarak bölge dışişleri bakanıyla birlikte Harran’da ağırlamışken ve dünya Harran’daki kamp üzerinden Türkiye hakkında olumlu bir intiba edinmişken, 100’ü aşkın büyükelçimizde Adana’da büyükelçiler konferansı yaparken bu operasyon gerçekleştirildi. Hedefi itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti olan ve algı operasyonu itibarıyla son derece titiz bir zamanlamayla yapılmış haince bir eylemdi bu. Çünkü hemen Pazartesi günü, ertesi gün o zaman Başbakanımızın, şimdi Cumhurbaşkanımızın Brüksel ziyareti vardı, Salı günü de Dışişleri Bakanı olarak ben birinci Cenevre görüşmelerine gitmek üzere yol hazırlığı yapıyordum. Şimdi öyle bir zamanda yapıldı ki, Cenevre görüşmelerinde bütün bu zulüm yapan ve dünya tarafından suçlu görülen Suriye rejiminin muhakeme edileceği bir yere, Türkiye’yle ilgili sanki Türkiye bir suça iştirak etmiş ve ediyor gibi bir yaklaşımı dünyada oluşturmak için yapılan, açık söylüyorum, haince, alçakça bir operasyondu, kimse bunun üstünü örtemez. Ve gün geldiğinde Bayırbucak’ta dökülen her kanın müsebbipleri de bu operasyonları yapanlar olacaktır. Mesele, Türkiye’yi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve o dönem muhalefeti karalamak, terörist olarak göstermek şeklinde bir yapıydı. Bütün devlet kayıtlarında bütün bu çalışmaların ne olduğu bilinir. 

Şimdi böyle haince yapılan bir eylem karşısında Hükümetimiz dirayetli durmuştur, gereken cevabı vermiştir ve Türkiye’ye umut bağlayan yurt dışındaki, sınır ötesindeki kardeşlerimize de o günden bugüne de bütün bu komplolara rağmen yardımımız sürmüştür, sürecektir. Yine ileride bu yardımların nasıl takdirle anılacağını da herkes görecek.

Bir taraftan Bayırbucak Türkmenlerine yapılan zulüm karşısında sessiz kalacak ya da Hükümeti sessiz kalmakla suçlayacaksınız, öbür tarafta onlara giden yardımları bir terörist faaliyetmiş gibi dünyaya yansıtan bir alçakça komplo karşısında sessiz kalacaksınız; bu olmaz. 

Şimdi işin esası budur, dolayısıyla ortada işin esasına gidildiğinde açık bir Türkiye Cumhuriyeti Devletine, hükümetine, halkına yönelik bir casusluk faaliyeti söz konusudur. Bir olayların gerçeğini saptırma faaliyeti çalışması söz konusudur ve milli duruşa sahip, insani hassasiyete sahip herkesin bir kere bu esasın farkında olması lazım. Bu iki gazeteci aradan çok uzun süre geçtikten sonra bununla ilgili bazı gizli kalması gereken belgeleri yayınlayarak tekrar Türkiye’yi, Türkiye Hükümeti tam da kritik bir vakitte yine yeni Cenevre görüşmeleri yaparken tekrar bugünkü konuyu gündeme getirmek için kendilerine verilen ve yayınlaması kanuni bakımdan da sakıncalı olan belgeleri yayınlamışlardır, bu da dünyanın neresinde olursa olsun yapılmaması gereken bir eylemdir. Dünyada hiçbir ülkede bu ülkenin istihbaratının yürüttüğü bir çalışmayla ilgili devlet içine sızmış bir çetenin yaptığı faaliyetler bağlamında basın özgürlüğü değerlendirilmez. Bakınız bu gazeteciler veya diğerleri bizi Suriye politikamız dolayısıyla eleştiri bilirler hiçbir kasıt, kayıt olamaz. Dış politikamızı eleştirebilirler hiçbir kayıt getirmeyiz. Ekonomi politikalarımızı eleştirebilirler hiçbir kayıt getirmeyiz. Ama dünyanın her yerinde devletin güvenliği söz konusu olan bir operasyon yürütülmüşse bu operasyonun gizliliği tamamıyla kanuni güvence altına alınmıştır. Bu belgeleri olduğu iddia edilen bu belgeleri onlara verenlerin ve yayınlamayı temin etmek için çaba sarf edenlerin emeli, amacı açıktık, aynen 2014 19 Ocak’ında olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Devletini uluslararası düzlemde mahkûm etmek, baskı altına almak ve demokratik bir şekilde seçilmiş ve halkına hesap vermesi beklenen bir Hükümeti sanık sandalyesine oturtmak. 

Şimdi meselenin esası bu, şimdi usule gelelim. Bununla ilgili bir hukuki işlem yürüdü, diğer zaten o Milli İstihbarat Teşkilatının yürüttüğü çalışmaya operasyon yapanlarla ilgili ayrı bir hukuki şey. Hukuki bir işlem başlatıldı, başladığı gün ben dedim ki çok açık, tutuksuz yargılanma esastır, arızi durumlarda mahkemeler arızi durumdan kasıt belge saklanması, kaçırılması vesaire. Arızi durumlarda mahkemeler tutuklu yargılanmaya karar verebilirler dedim, burada karar verecek olan mahkemedir, mahkemeye bir müdahalemizde söz konusu olmamıştır. Yine aynı şeyi söylüyorum, eğer bir önemli bir gerekçe söz konusu değilse tutuksuz yargılanma esastır hukukta, çünkü daha ortada suç, onların suçlu olduğuna dair bir hüküm tecelli etmemiştir, bu hususla ilgili söylemiyorum, ilkesel olarak söylüyorum.

Burada hakimlerimiz o zamanki hakimler, bu kararı veren hakimler bir belge saklanması, kaçırılması veya şüphe etmiş olabilirler o onların kararıyla ilgili kendilerinin kullanacağı bir inisiyatifti, bir tasarruftur. Ama bir demokratik hukuk devleti mensubu bir vatandaş olarak da bu konudaki kanaatim hala şeyinde aynıdır. 

Şimdi Anayasa Mahkemesi’nin kararına üçüncü boyut olarak geldiğimizde şimdi ortada yürüyen bir dava var Anayasa Mahkemesi yürüyen bir dava esnasında yapılan müracaatı değerlendiriyor. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını çok önemli bir reform olarak biz getirdik, AK Parti Hükümetleri getirdi, bundan da pişman değiliz, doğru olanı yaptık. Ama dünyanın her yerinde de Anayasa Mahkemesine bu yetki verildiğinde bizimde temel hukuk umdesi olarak benimsediğimiz husus şudur: Bütün yargı süreçleri tamamladıktan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden önceki bir son aşama olarak bireysel başvuru hakkı kullanılabilir. Zaten anayasanın bu anlamda da şeyi açıktır 148’e 3 madde hükümde açıktır, yargı süreçleri tamamlanmadan Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. Şimdi böyle bir durumda Anayasa Mahkemesi’ne niçin başvurulmuş oluyor? Tutuklu yargılanmayla ilgili Anayasa Mahkemesi’ne başvurulabilir neden? Çünkü bir tutuklu yargılanma kararı var bu kararla ilgili başvuru olabilir. Ama işin esasına müteallik olarak dava devam ediyor, davanın esası tutuklu olup, olmaması değil. Davanın esası Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine, Devletine gizli belgeleri ifşa etmek suretiyle bir zarar verme konusunda bir başka dava sürüyor. Şimdi o dava sürerken bu davanın esasından koparılıp bir basın özgürlüğü davası olarak yansıtılması sürmekte olan bir davaya açık bir müdahaledir. Anayasa Mahkemesi’nin vereceği tek karar burada verebileceği karar, tutuklu yargılanmayla ilgidir, çünkü onunla ilgili daha önceki birincil mahkemenin verdiği bir karar var. Daha birincil mahkemede süreç tamamlanmadan, Anayasa Mahkemesi verdiği bir kararla ondan sonra birincil mahkemenin kararını neredeyse yönlendirmesi, ona birtakım istikamet çizmesi, hatta belirlemesi Anayasa Mahkemesi’nin yetkisini aşan bir tutumdur. Birincil mahkeme kararını verir, o karar Yargıtay’da onanır, bütün süreçleri tamamlanır, son olarak Anayasa Mahkemesi’ne gidebilir. Burada tutuklu yargılama konusunda yapılan bir başvuruyu sanki kendisini Anayasa Mahkemesi’nin birincil mahkeme gibi değerlendirip bütün bir o yargı sürecinin tümüne hamlederek bir karar vermesi doğru değil. Maalesef Türkiye demokratik hukuk devleti kurallarını işletirken sadece bu konuda değil, sadece Anayasa Mahkemesi’yle ilgili değil, birçok kurum kendilerine verilen bir yetkinin sınırları içinde kalmaktansa, kendi yetkisini öne alan, onu diğer kurumları, diğer yapıların önüne çeken bir tutum takınmayı neredeyse usul haline getirmiş görünüyor. Hepimizin bilmesi ve riayet etmemiz gereken husus şu ki: Hepimizi sınırlayan bir hukuki sistem, demokratik hukuk devleti ilkeleri var hepimizi sınırlıyor.

Sadece birimizi, bir kurumu, bir kesimi değil, herkes buna riayet edecek. Yürüyen bir davaya bu anlamda müdahil olunmuş görüntüsü ve o davada çıkacak kararı önceden belirleme hakkı da kimse de yok. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı tanınması Anayasa Mahkemesi’ne çok önemli bir ahlaki sorumlulukta yüklemiştir. Yani bütün yargı süreçleri bittiği andan itibaren son bir kapı olarak Anayasa Mahkemesi değerlendirilir. Bu bütün yargı süreçlerinin Anayasa Mahkemesi’ne bağlanması anlamına gelmez. Anayasa Mahkemesi’nin tutuklu yargılanmayı bir hak ihlali görmesi bir karar olarak değerlendirilebilir, onun gereği de yapılıp tahliye edildiler, ama dava sürüyor. Bu iki gazetecinin veya benzer durumda başka yargılanan kişilerin bu karar sebebiyle beraat ettikleri anlamına gelmez. O mahkeme karar verecek, ondan sonra Yargıtay’a kadar bütün temyiz işlemleri tamamlanacak, sonra Anayasa Mahkemesi onunla ilgili karar verebilir. Tutukluluk halinde dışında bir kararın herhangi bir şekilde Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru çerçevesi ve sınırları içinde olması düşünülemez. Ve nihayet bununla ilgili yapılan tartışmaları ben de takip ediyorum, herkes kendisine tanınan yetki ve sorumluluk içinde karar alma idaresine, özgürlüğüne sahiptir demokratik hukuk devleti ve anayasal çerçeve bunu belirler. Ama herkesin de bu kararlarla ilgili görüş belirtme ve gerektiğinde eleştirme hakkı da söz konusudur. Nasıl siyasiler eleştiriden azade değilse bizler, her gün eleştiriliyor ve bu da doğal işte Meclis bütçe görüşmelerinde gördünüz nasıl bir eleştiriye muhatap oldum, sabırla dinliyoruz, cevap veriyoruz bu doğaldır. Aynı şekilde bütün kurumlarda aldıkları kararlar dolayısıyla eleştiriye tabi tutulabilirler Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifadelerini bu bağlamda değerlendirmek icap eder. O eleştiriler değerlendirilir, kurumlar kendi görevlerini yapar, ama burada esas itibariyle hepimizin riayet etmesi gereken bu süreçlerin doğru yönetilmesi ilkesidir ve temel hukuk prensiplerine herkesin saygı göstermesi, riayet etmesi esastır. Bireysel başvuruyla ilgili hususta bu Türkiye’de bizim iktidarlarımız döneminde yapılmış bir reformdur, kesinlikle devamı bu anlamda reformu savunmak anlamında bireysel başvuru hakkını savunuyoruz. Bu bizi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin öncesinde çok önemli bir filtre şeyi de görmüştür. Ama bu tür yetki aşımları söz konusu olacaksa bunun doğru tanımlanması için bazı ilkeler konması da aşikâr, böyle bir şeye de ihtiyaç olduğu aşikâr. Çünkü bir konuda verilen hak ihlali kararı bakınız bütün yargı sürecini etkileyebiliyor. Herkesin ve öncelikle Anayasa Mahkemesi’nin bunun bütün yargı süreçleri bittikten sonra kullanılan son hak olduğu temel ilkesini benimseyerek davranması bu sorunları çözer. Gerekirse o bakımdan bütün kurumların üzerinde mutabık kaldığı bir düzenleme düşünülebilir, ama bireysel başvuru hakkı dediğim gibi tamamıyla ilanihaye ucu açık bir hak olarak değerlendirmedikçe korunması gereken önemli bir mekanizmadır. Ve bunu getirende ki Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde yapılan önemli bir reform olarak da bizim için kıymet ifade eder. Dediğim gibi bütün bu yaşanan tecrübelerden sonra hep beraber oturup bunun ilkelerini tekrar birlikte değerlendirmemiz size ihtiyaç hasıl olabilir.


Sur’dan çıkmış bütün vatandaşlarımıza barınma yardımı yapıyoruz, her türlü yardımı yapıyoruz onlar bizim canımız, ciğerimiz, bütün Diyarbakır’da yaşayan vatandaşlarımız bizim canımızın bir parçası. Bütün Diyarbakır’da yaşayan vatandaşlarımız diğer şehirde yaşayan vatandaşlarımız gibi canları, malları, namusları, güvenlikleri bizim şerefimiz olan vatandaşlarımızdır. Kimse burada teröristlerin yanında durarak düşünün biz bunu yapmak zorunda kaldık niye biliyor musunuz? Diyarbakır’da Sur’daki vatandaşlarımız bize başvurdular. Ve şu ifadeleri kamuoyunun bilmesini artık gerekli görüyorum: Sur’daki vatandaşlarımızdan bir kısmı ben Sur’a Bayram Namazına gittiğimde kulağıma eğilip söylenenleri biliyorum. Bu teröristler evlerinizin kapılarını açık bırakacaksınız istediğimiz anda girebileceğiz, istediğimiz anda orayı kullanabileceğiz. Yatak odalarına kadar girebileceklerini ifade edecek şekilde Sur’daki vatandaşları baskı altına almışlardı. Onun üzerine Sur’daki vatandaşlar namusumuzu koruyun diye devlete başvurdular. Ve bilinsin ki, Diyarbakır’daki her vatandaşımızın, Sur’daki her vatandaşımızın hayatını da, şerefini de, namusunu da korumaya kararlıyız. Burada teröristlerin yanında durarak insanların evlerini işgal eden, oraları silah odağı yapan bir anlayışı temsil eden Demirtaş’ın söz söyleme hakkı yok. Söyleyecekse bir söz dönsün desin ki, silahlarınızı bırakın, sizlerin hukukun da koruyacağız diye bir çağrıda bulunsun.

Cizre’de bodrumda cenazeler olduğunu söylediler, günlerce ambulans gönderdik, ambulanslar keskin nişancılarla hedef alındı. Ne çıktı bodrum çıktı mı böyle bir şey? Bütün meseleleri provokasyon, bütün meseleleri oradaki masum ve devletine sadık son seçimlerde de oylarını kullanarak demokrasiye de sadakatini göstermiş oradaki vatandaşlarımızı devlete karşı isyana teşebbüs ettirmek, isyana çağırmak, kaos çıkarmak; biz bunları çok gördük. Dün İçişleri Bakanımıza da söyledim, oradan çıkışlar kolaylaştırılacak, çıkmak isteyen herkes çıkacak, teslim olmak isteyen herkes adalete teslim edilecek, hiçbir şekilde kimse bu anlamda hakkı çiğnenmeyecek, ama son zaten çok az bir yer kaldı Sur’da bu anlamda terörden arındırılması gereken, bu operasyon tamamlanacak. Türkiye’nin her yerinde de huzur olacak, sükûn olacak. Bütün bunları yapan Sayın Demirtaş dönmüş bizi de katliamcı olmakla suçluyor. Bizi de herkes tanır, onu da tanır. Yüreğimizin nasıl insan sevgisiyle çarptığını ve tek bir vatandaşımızın tek bir saç teli için nasıl yüreğimizin kahrolduğunu bunu herkes bilir. Ama gerçek anlamda bütün bu dökülen kanlar, bütün bu kaybolan canlardan tek sorumlu, o gencecik çocukları kandırıp barikatlar-hendekler arkasına götürüp Türkiye’de kaos çıkarmak isteyen Demirtaş zihniyetidir. Kesinlikle bu zihniyete hiçbir şekilde yol verilmez. Diğer dokunulmazlıklar konusunda daha önce de açıklamada bulundum. Dokunulmazlıklar kürsü dokunulmazlığıdır, dolayısıyla herkes Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde istediği fikri ifade eder, görüyorsunuz ifade ediliyor. Ama dokunulmazlık zırhının arkasına saklanarak kimsenin de suç işleme hakkı, özgürlüğü yoktur. Dolayısıyla bu çerçevede gereken hukuki süreçleri yakından takip edeceğiz. Kimse dokunulmazlıkları istismar ederek milletin vicdanını kanatan 29 canımızı almış bir teröristin taziyesine katılarak bütün bir millete hakaret etme özgürlüğü, milletin acısını yok sayma özgürlüğüne de sahip değildir kimse, dünyanın hiçbir yerinde de bunun örneği olamaz. 

Şimdi Sayın Başbakan Yardımcımızın açıklamasında kastettiği, yani Cumhurbaşkanımızın da herhangi bir diğer devlet yetkilisi veya vatandaş gibi eleştiri yapma hakkı vardır, ben de aynısını söyledim. Cumhurbaşkanımızın bahsettiğiniz Başdanışmanının açıklaması, bana böyle bir açıklama iletilmiş, gelmiş değil. Ayrıca herhangi bir başdanışmanın o anlamda bürokratik konumda birinin açıklamasına varsa böyle bir açıklama, dediğim gibi bilmiyorum, cevap verme gibi bir tutum içine girmem, girmedim girmem. Türkiye’de devletin nihai başı anlamında Cumhurbaşkanının yetkileri de, Hükümetin başı anlamında Başbakanın yetkileri de herkes tarafından bilinir, anayasal çerçeve açıktır. Bu anlamda da Türkiye’de şu anki anayasa çerçevesi dışında yerleşmiş çok kuvvetli bir siyasi gelenek vardır, bunların tartışılmasını da doğru görmem. Hele hele dediğim gibi herhangi bir, açıklamayı da bilmiyorum, onun için yorumda da bulunmak istemem, ama bir Başbakanın bir bürokratın bir ifadesi üzerine yorum yapmasını da doğru görmem. 

Diğer, Sayın Kılıçdaroğlu’nun cevabıyla ilgili olarak; ben de zaten hazırlıklarımı tamamlamıştır, şu anda Meclis Başkanımıza AK Parti Genel Başkanı, Başbakan olarak da, Grup Başkanı olarak da cevabımızı muhtevi bir mektubu ilettim. Sayın Kılıçdaroğlu’nun mektubunda gördüğüm kadarıyla bir dayatma söz konusu, bir ön koşul var. Yani parlamenter sistem olursa geliriz, olmazsa gelmeyiz. Şimdi uzlaşı dediğiniz zaten karşı tarafa bir şeyi dikte etmeden konuşmaya hazır olmak demektir. Eğer siz benim pozisyonum şudur, bunun dışında da bir şey düşünmem dediğiniz anda, bir komisyonun uzlaşma komisyonu olma niteliğini anlamamışsınız demektir. Açık bir tutum sergiledim ben en başta kendileriyle görüştüğümde de; bizim tutumumuz başkanlık sistemi, tercihimiz. Siz parlamenter sistemi tercih ediyorsanız modelinizi getirin, biz de getirelim ve önü açık bir şekilde, yani zaman olarak demiyorum fikir olarak, oturup bunları konuşalım. Hiçbir kayıt koymayalım, hiçbir ön şart koymayalım, arkadaşlarımız bunları tartıştık. Önemli olan demiştik ve tekrar söylüyorum; bir anayasanın ruhudur, insan hak ve özgürlükleridir. Güçler ayrılığı prensibidir, demokratik hukuk devleti kurallarıdır. Anayasanın ruhunda anlaşırsak iskeletinin ne olacağını da halka sorarız, yani sistemin ne olacağı konusunda gerektiğinde halka sorarız. Ama bunlarda mutabık kalmadan daha önce formu belirleyelim, diyor ki açık bir şekilde parlamenter sistem dışında biz sistem konuşmayız. O zaman biz de başkanlık sistemi dışında bir sistem konuşmayız dediğimizde uzlaşı mantığı kalmaz. Ama biz bunu demiyorum, hala demiyoruz, biz her şeyi konuşuruz, her şeyi konuşuruz.

Benim siyaset anlayışımda da, kişisel akademik hayatımda da konuşmaktan çekindiğim hiçbir konu olmadı. Konuşmaktan çekinenler kendi fikirlerine güvenmeyenlerdir. Birisi derse ki, ben konuşayım da başkası beni dinlesin, başka kimse de konuşmasın; aslında o konuşacağı şeye güven duymuyor demektir. Nitekim Sayın Kılıçdaroğlu’nun 200 yıllık gelenek diye parlamenter sistemi atıfla anlatması, tabii mektubunda 200 yıllık gelenek diyor, ama Türkiye’de biliyorsunuz Meclis sistemi 1876’da başladı, 200 yıl olmadı. Belki Senedi İttifak’a kadar gidiyor, ama Senedi İttifak’ı da tartışmaya başlarsak apayrı bir boyut çıkar. Kendisine de sormuştum, “Milli Şef” kavramının olduğu bir yapıyı siz parlamenter sistem olarak değerlendirebilir misiniz o yıllar içinde? Yani bunların hepsi tartışılabilir, ama birbirimizi itham etmek yerine kendimizin fikrine güvenerek tartışmaya açmamız lazım. Aslında bu tutum Sayın Kılıçdaroğlu’nun kendi fikrine güvenmediğini gösteren bir tutum. Bakın biz rahatız, her şeyi konuşalım diyoruz, halk dinlesin diyoruz, halk konuşsun diyoruz, gerektiğinde halka soralım diyoruz, bu anlamda referanduma gidelim diyoruz. Çünkü kendimizden eminiz, ne istediğimizi biliyoruz, Türkiye’yi özgürlükçü bir demokratik sistemi tahkim edici bir anayasayla da taçlandırmak istiyoruz. Bu çerçevede tutumumuzu muhtevi bir mektubu dediğim gibi basın toplantısına gelmeden önce Meclis Başkanımıza gönderdik. İnşallah Cumhuriyet Halk Partisi ve Sayın Kılıçdaroğlu bu katı tutumundan vazgeçer ve bu süreç işler. 

Tabii, bu çalışmamız bizim ayrıca partimiz içinde bir şey var, bir komisyonumuz var kendi parti içinde, onlar çalışmalarını sürdürüyorlar. Bu hafta bütçeyle meşguldür. Bu arada şunu da söyleyeyim: Biraz önceki soruyla ilgili veya belki de bu soruda da geçmişti, benim milletvekillerimizle görüşlerimizin sadece dokunulmazlıkla ilgili olduğu gibi bir yanlış kanaat hasıl oluyor fikir sormak gibi. Hayır, ben milletvekillerimizin kanaatlerine her zaman önem verdim, daha önce de gruplar halinde 7 Haziran seçimlerinden sonra görüşmüştüm. Yani 24. Dönem milletvekilleriyle de, 25. Dönem milletvekilleriyle, 26. Dönem milletvekilleriyle de gruplar halinde görüşmüştüm. Bu sefer grupları daha da küçülterek 10 ila 15 kişi arasındaki gruplarla oturup Meclis’te dün gece yarısına kadar süren görüşmeler yaptık. İllerin şeylerini dinliyorum, Türkiye’nin geneliyle ilgili illerin taleplerini, Türkiye’nin geneliyle ilgili siyasi çalışmaları kendilerinden dinliyorum. Bu anlamda bugün de buradan inşallah tekrar Meclis’e geçeceğim ve bütün milletvekillerimizle bu hafta ve en geç gelecek hafta içinde görüşmüş olacağım. Dolayısıyla tek bir konuya istinat etmiyor bu görüşmeler, biz kendi çalışmamızı da sürdürüyoruz. 

Vurguladığınız husus bizim çalışmamız içinde yoktur. Tek taraflı olarak bugün bir uluslararası ajansta da yer almış galiba, tek taraflı olarak Meclis’i feshetme yetkinin Cumhurbaşkanına verilmesi gibi bir husus da bizim yaptığımız çalışmalarda yoktur, böyle bir şey aramızda da tartışılmamıştır. Bunlar hep başkanlık sistemi üzerinde bir şüphe uyandırmak için üretilen spekülatif haberlerdir.

  • ← ÖNCEKİ HABER
  • SONRAKİ HABER →