Yükleniyor...

Basbakan Davutoglu’nun, 2 Mart tarihli TBMM Grup Toplantisi konusmasinin tam metni

 

Daha ilkokul, ortaokul çağlarında onun eserlerinden edindiğim entelektüel lezzet hala zihnimizdedir; Allah rahmet eylesin.

Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz hafta 28 Şubat’ın 18’inci yıldönümüydü ve İlahi bir tevafuk, 27 Şubat’ta 28 Şubat’a karşı, baskı ve zulme karşı savunan adam olarak milletin gönlünde, zihninde unutulmaz izler bırakan merhum Başbakanımız Profesör Doktor Necmettin Erbakan’ın ölüm yıldönümüydü; Allah rahmet eylesin. Onun emaneti emanetimizdir. Adnan Menderes, Turgut Özal, Necmettin Erbakan’dan bugünlere gelen bu kutsal emaneti omuzlarımızda bütün ağırlığıyla taşımak bizim için büyük bir onurdur.

Bu yıldönümleri aslında aynı zamanda bir muhasebe imkanıdır. Birlikte geliniz 28 Şubat’ın bir muhasebesini yapalım, çünkü aynı gün, biraz sonra üzerinde değineceğim, yine güzel bir İlahi tevafukla çözüm sürecinde son derece önemli bir eşik aşıldı.

28 Şubat, aslında eski Türkiye’nin bürokratik oligarşisinin son darbesiydi ve o karanlıkların içinden daha sonra AK Parti çıkarak o karanlıkların içinden doğan bir güneş gibi yeni Türkiye’nin işaret fişeği oldu ve yeni Türkiye’yi inşa etme yolunda bu kadrolar yola çıktılar; Allah yolumuzu aziz eylesin.

28 Şubat, bürokrasinin milli iradeyi karşı bir darbesiydi. 28 Şubat, dışlayıcı kültürün, vatandaşlarını tehdit olarak gören bir siyasi zihniyetin son çırpınışıydı. Onlar bin yıl sürecek dediler, biz bin dakika bile sürmez inancıyla yolumuza devam ettiler. Onlar üniversitede okuyan kızlarımızı başı örtülü, başı açık diye diye ayrıma tabi tuttular, başörtülü genç kızlarımızı insanlığın görebileceği en çirkin psikolojik işkencelere maruz bıraktılar, onlar ise inançla, millete olan inançlarıyla, daha sonra AK Parti’nin getireceği özgürlüklerin ümidiyle yollarına devam ettiler. İşte bugün burada 28 Şubat döneminde Meclis başörtülü vatandaşlara neredeyse kapanmıştı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda dışarı dışarı sesleri duyuluyordu, ziyaretçi olarak girmek bile yasaklanmıştı neredeyse. İşte burada başı örtülü, başı açık milletvekillerimiz yan yana, bu da yeni Türkiye’nin, AK Parti’nin eseri.

28 Şubat yasakların dönemiydi, her türlü yasağın, özgürlüklerin bütünüyle kısıtlandığı bir dönemdi. Ziya Gökalp’in bir şiirini okudu diye İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının tutuklandığı bir dönemdi; ama o İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başında ve milletin seçtiği ilk Cumhurbaşkanı olarak görevini ifa ediyor. İşte eski Türkiye, yeni Türkiye.

Katsayı işkenceleriyle gençlerimizin gelecekleri karartılmıştı. İnsanlar acaba yurt dışında iş bulabilir, birazcık özgürlük nefesi alabilir miyiz diye arayış içindeydiler. Öğrencilerimiz, yüzlercesi, binlercesi, on binlercesi yurt dışında okumak için seferlere çıkıyordu. O eski Türkiye’ydi, yeni Türkiye’de ise kurulan 176 üniversiteyle sadece vatandaşlarımız değil, dünyanın her yerinden öğrencileri özgürlükçü üniversitelerine davet eden bir yeni Türkiye var; işte aramızdaki fark bu.

Eski Türkiye’de 28 Şubat döneminde yasaklar hakimdi, yeni Türkiye’de özgürlükler ve demokrasi hakim.

28 Şubat döneminde partiler kapatılıyordu, yeni Türkiye’de AK Parti iktidarlarında parti kapatılması fiilen imkansız hale getirilecek düzenlemeler yapıldı. Eğer bugün Mecliste olan partiler destek vermiş olsaydı, bütünüyle bu parti kapatma meselesi bir karanlık leke olarak demokrasinin, Türk siyasi tarihinin de mezarlığında yerini alacaktı. Her ne surette olursa olsun bizler 28 Şubat’ın kalıntılarına karşı mücadele etmeye devam edeceğiz, yasaklara karşı özgürlük diyeceğiz, yoksulluğa karşı insanlık onurunun getirdiği kalkınma diyeceğiz, yolsuzluklara ve hortumlamalara karşı şeffaflık ve dürüstlük diyeceğiz.

28 Şubat dönemi bu 3 şeyle anılmıştı; yasaklarla anılmıştı, herkes, o gün otoriter bürokratik darbeye karşı çıkan herkes yasak hanesi içine alınmıştı. Yolsuzluklar vardı, hortumlanan bankaları hatırlayınız, bir gecede 2001 krizinde milletin nasıl fakirleştiğini, birilerinin nasıl zenginleştiğini hatırlayınız. Ve yoksulluk vardı, bu dönemde esnaflar Başbakanlık önünde yazarkasa kırıyorlardı. İşte AK Parti iktidarları bu 3 kara lekeye bir son verdi, yasaklara karşı demokrasiyi getirdi, yoksulluğa karşı 2500 dolarlardan aldığı kişi başına düşen milli geliri 11 bin dolarla çıkardı ve yolsuzluklara karşı bütün bu dönemde bereketlenen ekonomiyle, şeffaflaşan siyasi ve ekonomik hayatla bütün bu hortumların kapısını kapattı, şimdi bu yeni dönemde 28 Şubat’ın son kalıcı izleri de siliniyor.

Dikkat ediniz, 28 Şubat’ta tanklar Sincan’da yürümüşlerdi 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü hatırlatırcasına, 28 Şubat’ın bu seneki yıldönümünden birkaç gün önce bu sefer Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kudretinin timsali olan tanklar Suriye’de Süleyman Şah’ın kutsal emanetini korumak üzere yürüdü. Ve bu yürüyüş esnasında milli iradeyle bürokrasi arasındaki olması gereken ilişki biçimi ortaya çıktığı için birileri rahatsız oldu, neredeyse yeni darbe çağrılarına kalkışanlar oldu. Milliyetçi Hareket Partisi Liderinin nasıl bir demokrasi karşıtı dil kullandığına hepimiz şahit olduk. Onların özledikleri tankların Sincan’da yürümesi. Bizim özlediğimiz ise, milli iradeyle bütünleşmiş kudretli Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en güçlü caydırıcı kapasiteye ulaşması; aramızdaki fark bu. Türk Silahlı Kuvvetleri dosta güven, düşmana korku veren bir kapasiteye ulaşacak, ama hiçbir zaman bir daha Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tankları Ankara sokaklarında veya herhangi bir vilayetimizin sokaklarında dolaşmayacak.

Rahatsız oldular benim o gece Genelkurmay Başkanımızla, şerefli komutanlarımızla birlikte karargahta olmamdan, sabaha kadar karargahta birlikte bu operasyonu hem ümitle, ama aynı zamanda yüreğimiz titreyerek sabaha kadar herhangi bir askerimize zarar gelmesin diye birlikte takip etmemizden rahatsız oldular. Bunlar eski Türkiye alışkanlığını sürdürenler. Biz ise demokratik otoriteye sadık bir askeri bürokrasinin bugün Türkiye’yi nerelere getirdiğini görüyoruz.

28 Şubat döneminde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Sincan’da yürüyen tanklarının modernizasyonu İsrail’e yaptırılıyordu. Şimdi bugün Süleyman Şah’ın emaneti için Suriye’ye girmiş olan Türk tankları, yarın herhangi bir yerde milli onurumuzu korumak için harekete geçecek Türk tankları da, Türk uçakları da, gemileri de yüzde 100 Türk yapımı olacak; aradaki fark bu.

Bizler dışarıdaki gündemleri içeride temsil eden bir bürokrasi ve siyaset değil, milli iradeyi yurt dışında ve dünyanın her yerinde temsil etme kudretine sahip, halkın iradesiyle iş başına gelmiş hükümetler, o hükümetlerle uyumlu ve ahenk içinde çalışan devlet adabının ve geleneğinin gereğini yapan Silahlı Kuvvetler ile Türkiye küresel güç olma yolunda kesin kararlı çizgisini sürdürecek. Demokrasinin kuralı budur, kararı milli iradenin seçtiği, temsil ettiği hükümet alır, uygulamayı sivil veya askeri bürokrasi yapar. Artık sivil ya da askeri bürokrasinin karar aldığı, hükümetlerin de selam durduğu dönem kapandı, ilelebet kapandı. Herkes sorumluluğunun gereğini yapacak ve Türkiye demokrasiyle birlikte kalkınmasını ve kudretini en üst düzeye çıkartacak.

Yine 28 Şubat günü, Cumartesi günü bu kez çözüm süreci bağlamında son derece önemli bir açıklama geldi. Dikkat ediniz, biz ayarlamıyoruz ama, tarihler kendileri konuşuyorlar.

12 Eylül 1980’de Türkiye’yi bir darbe anayasasına götüren bir askeri darbe yaşanmıştı, 12 Eylül 2010’da o askeri darbenin getirdiği anayasanın özünü değiştiren bir referandum yapıldı; İlahi takdir. Günleri, devranı döndürüp doğru istikamete oturtan Allah’a hamdolsun.

28 Şubat’ta bir başka askeri darbe yaşamıştı, bu sefer 28 Şubat’ta çözüm süreci, 12 yıllık iktidarımızda gece-gündüz kardeşlik için, demokrasi için çaba sarf etmemizin en önemli araçlarından biri olan çözüm süreci hedefine ulaşma yolunda çok ciddi bir aşamaya geldi. Bu önemli bir açıklamadır, tabi bu açıklamanın gereği olan uygulamaları hep beraber takip edeceğiz.

Ve bu noktaya kolay gelinmemiştir. 28 Şubat ve sonrasında, 12 ve sonrasında bir tarafta ret ve inkar politikaları, diğer tarafta arkaik bir Marksist ideolojiye dayanan örgüt yapısı birbirlerine öyle karşılıklar üretti ki, bütün bu karşılıklarda hiçbir payı olmayan Anadolu çocukları hayatlarını kaybettiler, 35 bin vatandaşımızı kaybettik, terör sebebiyle yaklaşık değişik hesaplamalara göre 1 trilyon 200 milyon lira kaybettik.  Eğer 1984 ile 2012 yılları arasında terörle mücadeleye ayırdığımız kaynaklar ya da terör üzerinden şehirlere göç ve diğer dolaylı maliyetler sebebiyle sadece yılda 0.25 puan fazla kalkınabilmiş olsaydık bunları yapmamak suretiyle, bu dönem içinde 1 trilyon 200 milyon dolarlık tasarruf yapmış olacaktık, yaklaşık 500 milyar dolar. Ve bununla 100 Atatürk Barajı, 80 Marmaray, biraz sonra anlatacağım 3 katlı İstanbul tünelinden de 120 kadar yapmış olacaktık, Türkiye başka bir Türkiye olacaktı. Ama bu arkaik ideolojiler, ret ve inkar politikaları ve arkaik Marksist ideolojiye dayalı yapılanmalar ülkemizin geleceğini karartmak yolunda bize 35 yıl kaybettirdiler, daha da kaybettireceklerdi, ancak AK Parti iktidarları ile birlikte ufukta yeni Türkiye’nin işaretleri görüldüğünde kardeşliğimizi pekiştirecek, milli birlik ve beraberliğimizi hakim kılacak bir dönem de başladı. Gelir gelmez, 2002’te Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde ilk seçimi kazandığımızda ilk AK Parti Hükümeti. Sayın Abdullah Gül Başkanlığındaki Hükümetin daha ilk attığı adım olağanüstü hali kaldırmak oldu. Daha sonra adım adım Türkiye’yi en geniş çapta demokratikleştirecek süreçleri, paketleri devreye soktuk.

2005’te Sayın Cumhurbaşkanımızın Diyarbakır konuşması bir milattı, devlet adına ilk defa Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının Diyarbakır’dan bütün Türkiye’ye verdiği mesajla, eğer hata yapılmışsa bunun da gereği yapılır mesajı bütün kalplere yeni bir dönemin başladığının işareti oldu.

2003’te, bakınız şimdi artık konuşmak bile gerekmeyen bir konu, 2003’te herkesin kendi çocuğuna istediği adı verme hakkı tanıdık, 2003’te. Şimdi bu karşı çıktıkları iç güvenlik reformun bir maddesi de isteyenin kendi adını bir dilekçeyle değiştirebilmesi, kendi adını ya da çocuğuyla ilgili ad koyma işlemini.

12 Eylül döneminde soralardı, ben kendi kızım için de gittiğimde kızımın adının Arapça olduğu iddiasıyla, ki Türkiye’de kullanılan yaygın bir addı, yazmak istememişlerdi. Ama bunu diyen memurun adına baktım ve söyledim, sizin adınız da Mahmut, kökeni ne biliyor musunuz? Hamttan gelir ve Arapçadır. 88’de böylesine zor dönemlerden geçti Türkiye, AK Parti iktidarlarıyla özgürlükle tanıştı. Orijinal adları değiştirilen yerlerin adları iade edilme kararı alındı. Zannedilir ki bu sadece Doğu’da, Güneydoğu’da oldu, benim doğduğumun köyün, ilçe oldu daha sonra, adı Taşkent, ama 1930’lara kadar Osmanlı arşivindeki adı Pirlerkondu; adında “pir” geçtiği için adı değiştirildi. Türkiye’nin her yerinde bir kültürel miras tasfiyesi yaşandı. Bu sadece bir bölgeye, bir etnik ya da mezhebi gruba dönük değildi. Biz bununla yüzleşiyoruz, korkmadan, cesaretle yüzleşiyoruz, ama bir etnik grup adına başka bir etnik gruba dönük olarak yüzleşmiyoruz, bütün bir millet adına, milletin tarihine yönelik olarak atılmış bütün yanlış adımlarla yüzleşiyoruz, yüzleşmeye devam edeceğiz.

Ahmed-i Hani, Feqiye Teyran, o güzel Anadolu irfanını Kürtçe ifade etmiş o büyük şairlerin, düşünürlerin, alimlerin eserleri yayınlamıyordu; Mem u Zin’i biz yayınladık. Ve bizim için Yunus Emre’yle Feqiye Teyran arasında bir fark yok. Her zaman söylüyorum, diller muhabbet diliyse değerlidir, nefret dilini kim kullanırsa kullansın, şiddet dilini kim kullanırsa kullansın o dilden azade olarak o dili kullananlar çirkin bir iş yapmış olurlar. Yunus Emre’nin güzel Türkçesiyle Feqiye Teyran’ın güzel Kürtçesinin muhabbet dili aynı dildir. Ezanı Muhammedi Arapça olması onun muhteviyatını nasıl değiştirmiyorsa, o güzel Anadolu irfanı hangi dilde yazılmış olursa olsun bizimdir. Ama bu böyle değildi AK Parti iktidarlarına kadar, adım adım her türlü yasağı kaldırdık. Herkesi kendi anadili, lehçesiyle gurur duyması, ama aynı zamanda Türkçeyi en güzel şekilde kullanması ve resmi dil olarak ona saygı göstermesi konusunda köklü bir devrim gerçekleştirdik. Hatırlıyorum hala, Süleymaniye’de, Kuzey Irak’ta oradaki Kürt kardeşlerimi Kürtçe selamladığımda bütün bir salonun nasıl bir aşkla ayağa kalktığını bundan birkaç sene önce. Biz şu veya bu dille konuşmayız, biz gönül diliyle konuşuruz. Gönül diliyle konuşanlara, tercümeye, tercümana ihtiyaç olmaz. Gönül diliyle konuşmaya devam edeceğiz Anadolu’nun her bir köşesinde.

Yine Devlet Güvenlik Mahkemelerini kaldırdık, özel yetkili mahkemeleri kaldırdık. Hapishane ziyaretlerinde anneler çocuklarıyla kendi lehçelerinde konuşamıyordu, kendi dillerinde konuşamıyordu. Bütün bu yasakları birer birer kaldırdık. Meralar yasaklanmıştı. Yol kontrolleriyle şehirler birbirleriyle normal bir şekilde iletişim içinde, ulaşım içinde değillerdi. Mera yasaklarını kaldırdık, geçtiğimiz yaz Doğu Anadolu’da uzun bir seyahat yaptım, meraların nasıl şenlendiğini, oradaki o geleneksel kültürün nasıl canlanmaya başladığını görmek bana büyük bir mutluluk verdi. Artık bu toprakların dağları da şen olacak, meraları da şen olacak, türküleri de şen ve kardeş olacak.

Terörle mücadele esnasında zarar görenlere 1 milyar 665 milyon Türk Liralık destek sağladık. Köye dönüşü teşvik ettik, Türkiye İnsan Hakları Kurumunu kurduk. EMASYA Protokolünü kaldırdık. Bütün bunları yaparken bir tarafta da kalıcı bir çözüm için Cumhurbaşkanımızın Diyarbakır konuşmasından sonra milli birlik ve kardeşlik projesini devreye soktuk. İki yıl önce yine bir güzel bahar gününde, yine bir Mart ayında çözüm süreci karşılıklı açıklamalar ve taahhütlerle son derece önemli bir noktaya gelmişti. Ve beklentimiz, talebimiz 2013 Mart’ında yapılan açıklamalarla ki ben de o sırada Diyarbakır’da Dicle Üniversitesi’nde yaptığım konuşmada bunu vurgulamıştım, birkaç ay içinde silahlı bütün unsurların Türkiye’yi terk etmesiydi. Tam biz bu yola çıkmışken ve çözüm süreci bir istikamet, bir rota kazanmışken Gezi provokasyonlarıyla Türkiye’nin sokaklarını birbirlerine kattılar ve bu süreç yavaşladı. Onlar için yavaşlamış olabilir, ama biz çözüm sürecinin doğası neyi gerektiriyorsa yapmaya devam ettik. 2013 Eylül’ünde yeni kapsamlı bir demokratikleşme paketini o zaman Başbakan olarak Sayın Cumhurbaşkanımız açıkladı. Sayın Mesut Barzani ile Cumhurbaşkanımızın Diyarbakır ziyareti yeni bir dönüm noktası olmuştu Kasım ayında, yeni bir ümit yeşermişti. 17-25 Aralık kumpaslarıyla bu sürecin de önüne geçilmeye çalışıldı.

Bizim 12 yılda öğrendiğimiz şey şu değerli milletvekilleri, değerli dava arkadaşlarım; ne zaman çözüm süreciyle biz bu milletin fertleri arasında kardeşlik tohumunu bir fidan gibi büyütmeye başlamışsak, birileri hemen karşı operasyonlara, suikastlara ya da çözüm sürecini baltalama faaliyetlerine giriştiler. Onun için şimdi bugünlerde hepimiz çözüm sürecinin getirdiği bu yeni atmosferi sahiplenmek durumundayız.

17-25 Aralık, arkasından bununla birlikte gelen kumpaslara milletimiz 30 Mart seçimleri ve 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde cevap verdi. Bu arada biz çözüm sürecini yasalaştırdık, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Haziran 2014’te çözüm süreci yasal bir zemin kazandı, kurullar oluşturulması kararlaştırıldı. 62. Hükümeti kurar kurmaz yaptığımız ilk çalışma çözüm süreci yasasına dayalı olarak kurulları oluşturmak oldu. 1 Eylül’den bugüne kadar hiç aralıksız 15 günde bir, en geç 15 günde bir, gerektiğinde daha sıklıkla çözüm süreci kurulunu toplayarak durumu değerlendirdik. Yeni bir durum ortaya çıkmışsa gerekli tedbirleri aldık. 6-7 Ekim Kobani olayları tam da yeni bir ümit ortaya çıktığında yapılan bir provokasyondu. Bugün Meclis’imizin gündeminde olan özgürlüklerin korunması ve iç güvenlik reformu aslında 6-7 Ekim olaylarının o atmosferine karşı, yaratılmak istenen atmosfere karşı alınan bir tedbirdir. Çözüm sürecinin önünü açacak olan bir tedbirdir. Kimsenin bir daha Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ya da diğer şehirlerde şehirleri, sokakları kaosa dönüştürerek çözüm süreci gibi bir barış projesini, bir kardeşlik projesini, milli birlik projesini sabote etmesini engelleyecek bir yasa tasarısıdır. Onun önünde bir koşul olmadığı gibi onu engelleyen bir şart da değildir. Bir taraftan iç özgürlüklerin korunması ve iç güvenlik paketiyle kamu düzeni demeye devam edeceğiz, diğer taraftan da Cumartesi günü yapılan açıklamanın özünde olan silahsızlanmayı, silahları terk etmeyi ve demokratik siyaseti savunmaya devam edeceğiz.

Bu gelişmelerden sonra son aylarda çözüm süreci konusunda ciddi bir ivmenin önünü açacak görüşmeler yapıldı. Ve Cumartesi günü yapılan açıklamayla yeni bir aşamaya geldik. Burada üç hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Yeni bir dönem başlıyor, üç ayaklı bir dönem.

Birincisi; ortak aidiyet bilincinin güçlenmesi. Türkiye’de 77 milyon vatandaşımızın bu ülkeye, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, demokrasimize tam bir ortak aidiyet bilinciyle bağlanması en önemli teminatımızdır. Orta aidiyet bilincinin de iki ayağı var, her zaman söylüyorum, tarihdaşlık ve vatandaşlık. Tarihdaşlık, bu milletin fertlerinin geriye dönük olarak kendi bilinçlerini oluşturma çabasıdır. Vatandaşlık; ileriye ve istikbale dönük olarak hukuk devleti için hak ettiği yeri alma çabasıdır. Şimdi düşününüz; Alparslan’ın Malazgirt’e yürüyen ordusunda Türkler de, Kürtler de, bütün Anadolu kavimleri de vardı. Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’e yürüyen ordusunda da vardı. Sarıkamış’a yürüyen gençler o zamanki vatan coğrafyasının her bir yerinden gelen, her etnik ve mezhebi gruptan, dini gruptan gençlerdi. Yemen’e yürüyen gençler de, Çanakkale’ye yürüyen gençler de ve nihayet istiklal için Kocatepe’den İzmir’e yürüyen gençler arasında da bu toprakların bütün evlatları vardı. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş ve bugün yükselen bir küresel güç haline gelmişse, 77 milyonun bunda payı vardır. Ortak tarihdaşlık bilincimizi korumaya devam edeceğiz. Şu veya bu ulusalcılık adına bu ortak tarihi aşıp hani ki onlar da bizim medeniyetimizin parçasıdır, ama Osmanlı ve Selçuklu’yu tasfiye eden veya unutturarak değil Hititlere, Friglere kadar gidenler ya da Mezopotamya’da Medlere gidip oradaki Eyyubileri, Akkoyunluları, Selçukluları unutturarak bu milletin fertleri arasında iki ayrı tarih varmış gibi bir bilinç oluşturmaya kalkışanlara karşı biz inadına Türkiye’nin her yerinde biz Selahaddin Eyyubi’nin, Alparslan’ın, Süleyman Şah’ın ve o yolda yürüyenlerin takipçisiyiz demeye devam edeceğiz. Ve bu yürüyüş gibi aynen son Şah Fırat Operasyonunda Karakozak’a yürüyenler arasında da Türkiye’nin her yerinden askerlerimiz vardı, her yerinden askerlerimiz vardı.

İkincisi, buna bağlı ortak aidiyet bilincinin ikinci ayağı; ortak vatandaşlıktır. Vatandaşlık söz konusu olduğunda biz kimsenin etnik ve mezhebi kökenine bakmayız, dini kökenine bakmayız. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları modern, çağdaş, demokratik bir devletin vatandaşları olarak eşit haklara, eşit özgürlüklere sahiptir. Çözüm sürecinin ortak aidiyet bilincinin vatandaşlık ayağında bundan sonra 28 Şubat’ta 12 Eylül’de, 27 Mayıs’ta görüldüğü gibi dışlayıcı, reddedici, fişlemeye dayalı, iç tehdit tanımlamalarına dayalı ayrımcılıklara son verilmiştir. Yeni Türkiye, vatandaşların mutlak anlamda eşit olduğu, eşit haklara sahip olduğu insanlık onurunun yükseldiği bir Türkiye’dir.

İkinci ayak, demokratik siyaset. Eğer bir ülkede demokrasi varsa, bütün dertlerin şifası da var demektir. Çünkü demokrasi her konuda vatandaşlara ve bütün insanlara, vatandaş olmasa dahi o anda o ülkede bulunan insanlara özgürlük alanını açar ve her şeyin tartışma zeminini sağlar. Demokrasinin olduğu yerde şiddet kültürü gelişmez. Demokratik siyasetin olduğu yerde artık silahlara dayalı bir mücadele yürütmek isteyenlerin bu mücadelelerini haklı kılacakları bir zemin olacak. Hiçbir şekilde silahlı mücadele haklı değildir. Ama özellikle de demokrasinin var olduğu zeminde herhangi bir kesimin tehdit dilini, silah dilini kullanması kesinlikle o demokrasiye yapılabilecek en büyük saldırıdır, insanlık onuruna vurulabilecek en büyük darbedir. Bu açıklamayla demokratik siyasete yapılan çağrı olumludur. Tabii göreceğiz, artık Türkiye’nin herhangi bir yerinde herhangi bir şekilde silah ve terör dilinin, yönteminin uygulanmaması lazım. Bir daha 6-7 Ekim olaylarında olduğu gibi molotof kokteyli veya başka araçlarla demokrasiye yakışmayan, özgürlükleri yok eden görüntülerin çıkmaması lazım. Kimin ne derdi varsa, özellikle HDP’ye seslenerek buradan dile getiriyorum; kimin ne derdi varsa tartışılacağı yer Türkiye Büyük Millet Meclisi platformudur. Kimin ne derdi varsa kullanacağı yöntem özgürlükçü tartışma yöntemidir. Kimin ne derdi varsa başvuracağı makam millettir. Silah değil millettir, terör değil halktır, savaş değil barıştır.

Biz önümüzdeki dönemde de her şeyi tartışmaya açığız. Demokratik yolla getirilebilecek her hususu tartışırız. Ama 2013’te olduğu gibi yine eğer silahları bırak çağrısının arkasından oyalamalar başlar, silahlar başka şekillerde gündeme getirilmeye kalkılırsa, şimdiden buradan sesleniyorum; kamu düzeni söz konusu olduğunda hiçbir taviz vermeyeceğimizin de herkes tarafından bilinmesi lazım.

Üçüncü önemli husus, ortak aidiyet bilinci, demokratik siyasetle birlikte üçüncü önemli husus; ortak gelecek bilincidir. Düşününüz şu anda biz burada konuşurken Diyarbakır’da bir bebek doğuyor, Edirne’de bir bebek doğuyor, Konya’da, Bitlis’te bebekler doğuyor. Şimdi bizim burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bugünkü neslin temsilcileri olarak konuşurken hepimizin zihninde Türkiye’nin değişik yerlerinde doğan bebeklerin hangi etnik ve mezhebi arka plana sahip olursa olsun 20-30 yıl sonra nerede bulunacaklarıdır. Bu bebekler birilerinin tahrikleriyle büyüdüklerinde karşılıklı olarak bir çatışma alanında mı buluşacaklar, yoksa omuz omuza onurlu bir Türkiye’yi, onurlu bir geleceği birlikte mi inşa edecekler? Eğer 1980’lerde, 90’larda bu kürsülerde olanlar, devlet adamlığı sorumluluğu üstlenenler o gün doğan bebekler için bu bebeklerin geleceğinde nerede olacaklar sorusunu hakkıyla sormuş olsalardı bu kadar çok şehit vermezdik, bu kadar çok can kaybetmezdik, bu kadar çok annenin yüreği sızlayıp gözyaşları bir pınar gibi akmazdı. Biz bu sorumluluğu taşıyarak çözüm süreci diyoruz, milli birlik ve kardeşlik diyoruz. Önümüzde Suriye’yi görerek, Irak’ı görerek diyoruz ki, Türkiye’yi o ülkelerin benzerlerinde olduğu gibi kardeş kavgasına götürmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Ve bugün bu saatte ben burada konuşurken, sizlere hitap ederken doğan, Türkiye’nin her bir yerinde doğan bütün bebekleri selamlıyorum. Onlar yeni Türkiye’nin inşa edicileri olacaklar. Bizim görevimiz; onlar büyürken barış içinde, el ele büyüyecekleri bir ortam sağlamaktır. İşte bizim için çözüm süreci, bu ortak gelecek bilincinin, idealinin yükseldiği bir Türkiye’dir. Geçmişte olduğu gibi çözüm sürecine kesinlikle Türkiye’nin ekonomik kaynaklarının israf edildiği, terör ve şiddet ortamına israf edildiği bir gelecek oluşmasına izin vermeyeceğiz.

İnşallah önümüzdeki hafta 8 Mart’ta Mardin’de GAP Eylem Planını açıklayacağız. Nasıl geçen haftalarda DOKAP’ta Doğu Karadeniz’le ilgili eylem planını açıklamışsak, şimdi GAP’ta daha sonra KOP’da ve DAP’ta da bunları açıklayacağız, yeni Türkiye’yi adım adım inşa edeceğiz. Her ilde üniversite kurmak gibi, her ilimize havaalanı inşa etmek düşüncemiz, idealimiz Türkiye’nin illeri arasında bir fark olmaması için. Onun için bu çözüm süreciyle ortaya çıkan yeni ortamın başta Doğu ve Güneydoğu olmak üzere Türkiye’nin ekonomisine büyük bir ivme katacağına inancım sonsuzdur. İnşallah Yüksekova’da havaalanı inşa edilecek. İnşallah Hakkari de Edirne’nin ya da Bursa’nın sahip olduğu imkanlara sahip olacak. İşte o zaman gelin Türkiye’yi görün, o zaman dağlarımızın şenliğini görün. Oluşacak olan barışta Toroslarla Ağrı Dağı, Sakarya ile Fırat, Edirne ile Hakkari el ele olacak.

Buradan çözüm sürecinin özelliklerini bir kez daha vurguluyorum; çözüm süreci millidir, çözüm süreci özgündür, çözüm süreci yerlidir. Ve bir çağrıda bulunmak istiyorum çözüm süreciyle ilgili bütün taraflara; daha önce olduğu gibi artık çözüm sürecinin önüne şu veya bu psikolojik gerekçelerle ya da oyalamalarla engel çıkarılmasın. Söz verildiği üzere silahlar, silahlı mücadele veya buna bağlı olarak ortaya çıkan şiddet kültürü tümüyle tasfiye edilsin. Hep beraber barış dili konuşalım, kardeşlik dili konuşalım. Türkülerimizin ve milletimizin kardeşliği için, geleceği inşa etmek için ne gerekiyorsa bu adımları atalım. Her şeyi yeniden inşa edelim, ihya edelim, kardeşlerimizi ihya edelim yeni Türkiye’yi inşa edelim. Ama düşmanlık ve fitne tohumu ekmek isteyenlere karşı da omuz omuza duralım.

Buradan yine muhalefet partilerimize seslenmek istiyorum; bu yeni bir gündür ve bugünün hakkını herkes vermek durumundadır. AK Parti başından itibaren ilkeli davrandı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin birliğini, dirliğini, beraberliğini ve istikbalini hiçbir zaman tartışma konusu yapmadı. Tek vatan, tek devlet, tek bayrak, tek millet demeye devam etti. Ve bu ülkenin birliğine, beraberliğine karşı kim kastederse karşısında AK Parti kadrolarını bulacaktır. Diyarbakırlı, Edirneli, Muğlalı, Bitlisli, Batmanlı, Konyalı, Trabzonlu AK Partililer omuz omuza milli birlik milli birlik milli birlik demeye devam edecektir.

Şimdi diğer partiler için de bir sınav günüdür. Cumartesiden beri takip ediyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi, bu silahları bırakma çağrısı ve bir anlamda demokratik siyasetin önünü açan çağrı karşısında önce olumlu mesajlar verdiler, ama hala kararlı bir duruşları yok. Buradan Sayın Kılıçdaroğlu’na ve bütün Cumhuriyet Halk Partili yetkililere sesleniyorum; gün o gündür, kapsamlı bir muhasebe yapınız ve bu sürece sahip çıkınız. Ana Muhalefet Partisi olmak anayasal bir sorumluluktur, ülkenin geleceği söz konusu olduğunda AK Parti’nin başarısızlığı üzerine bir siyaset inşa etmeye kalkmayın. Bu sürece sahip çıkarsanız, siz de Türkiye’nin her yerinde halkın önüne çıkacak yüz bulursunuz. Ama bu süreci baltalamaya kalkarsanız ne doğuda-ne batıda kimse Cumhuriyet Halk Partisi’ne ne oy verir, ne destek verir, ne de yüzünüze bakar. Burada önemli olan, Ana Muhalefet Partisi sorumluluğu içinde bu sürece destek vermenizdir.

Milliyetçi Hareket Partisi’ne ve Sayın Bahçeli’ye buradan sesleniyorum, son iki gün içinde bu açıklama karşısında yine çok ağır ithamlarla ifadeler kullandılar; Sayın Bahçeli, ülkenin milli birliği ve beraberliği ancak ve ancak ortak aidiyet bilinciyle oluşur. AK Parti iktidarlarının bütün hedefi, tek hedefi, hedeflerin ötesindeki hedefi, milletin bütün fertleri arasında ortak aidiyet bilincini güçlendirmektir.

Şehitlerimizin istismarı üzerinden ya da hepimiz için kutsal olan kavramlar üzerinden eğer siyaset geliştirmeye kalkar, bir istismar dili oluşturursanız kaybeden siz olursunuz. Gidemediğiniz yer haritada vatanınız gibi görünse de gönlünüzde ve zihninizde vatanınız değildir. Biz AK Parti olarak Türkiye’nin her köşesine gittik, sizi de gitmeye davet ediyoruz. Herkesle kucaklaşın, fark gözetmeden kucaklaşın. Onun geçmişini, dilini, etnik kökenini, mezhebi kökenini düşünmeden kucaklaşın. Ama çözüm süreci üzerinden bir siyaset istismarı yapmayın. Gelin hep beraber konuşalım. Bakınız çözüm süreci her zaman söylüyorum, yeni Ortadoğu’nun da temel taşıdır. Irak ve Suriye, etnik ve mezhebi çatışmalar üzerinden parçalanırken, bölünürken Türkiye’den eğer birlik çağrıları geliyorsa, bu çağrılar aslında sadece Türkiye için değil bütün Ortadoğu için önemlidir. Irak ve Suriye ne temelde bölündü? Etnik ve mezhebi temelde bölündü. Oranın devlet adamları neden devleti bütünleştiremediler? Çünkü Irak Başbakanı Maliki yıllarca Musul’a gitmedi, gidemedi. Beşar Esad, babası da dahil on yıllarca Halep’e doğru dürüst gidemedi. Neden? Çünkü ortak aidiyet bilinci kalmadı. Halbuki devlet ol devlettir ki bütün vatandaşlarına ortak bir aidiyet verir. Bir ve beraber olmanın onurunu, izzetini verir. İşte bizim Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekasını, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gücünü tahkim etmek için seçtiğimiz yol milli birlik ve kardeşlik yoludur. AK Parti her yerde özgürlük demeye, milli birlik ve kardeşlik demeye ve Türkiye’nin haklarını her yerde korumaya kararlıdır. Milliyetçi Hareket Partisi bu kritik eşikte Türkiye’nin doğusundaki-batısındaki bütün annelerin yüreğinde ümit ışığı oluşturan bu süreci sahip çıkılmalıdır. Hiçbir şekilde şehitlerimizin Türkiye’nin belli köşelerinde oluşturduğu haklı infial sebebiyle bir karşı psikolojik atmosfer ve istismara yönelmemelidir. Biz Türkiye’nin geleceğinde inşallah bu milli birlik ve beraberliğin tahkim edildiği, bütün fertlerin gelecek nesillerin omuz omuza ortak bir aidiyetle yürüdüğü bir siyaseti inşa edeceğiz.

Ve nihayet HDP’lilere sesleniyorum; dikkat ediniz, bir taraftan Dolmabahçe’de bu açıklama yapılırken, diğer taraftan HDP’den farklı sesler çıkmaya başladı. Eğer 2013 senaryosunu, yani Nevruz mesajından sonra Mayıs ayında farklı mesajlar vermeye dönük ikircikli dili kullanmaya devam ederlerse onlar kaybederler. Bu geçtiğimiz Ekim ayında bir taraftan bizimle görüşürken diğer taraftan 6-7 Ekim’de Kobani olaylarında olduğu gibi şiddet dili kullanırlarsa onlar kaybederler. İkircilikli dil kullanmasınlar, samimi olsunlar, samimiyetle bu sürece sahip çıksınlar. Biz her ne surette olursa olsun bu süreci sahiplenmeye devam edeceğiz.

Muhalefet partilerine yaptığım bu çağrının çok daha geniş kapsamlısını bütün milletime yapmak istiyorum.

Aziz milletim; Türkiye Cumhuriyeti asırlara giden köklü bir tarihi derinliğe sahip köklü bir devlettir. Millet olarak biz bütün bu asırlara hükmünü vurmuş kardeşlik üzerine inşa edilen bir kültüre dayanıyoruz. AK Parti olarak ve AK Parti hükümetleri olarak Türkiye’nin birliği ve beraberliği için ne gerekiyorsa bunu yapmaya hazırız. Sizden beklentimiz, talebimiz; bugün Türkiye’nin neresinde kim hangi mahallede, hangi ilçede, ilde olursa olsun karşılaştığı kardeşiyle, vatandaşıyla, komşusuyla kucaklaşsın. O, Sünni mi, Alevi mi, Türk mü, Kürt mü, Boşnak mı, Çerkez mi demeden selamların en güzeliyle selam versin, esselamü aleyküm desin. O selam sadece merhaba demek değil, ben senden eminim, sen de benden emin ol demektir. 77 milyonun birbiriyle emin olduğu bir Türkiye görüyoruz.

Buradan 6-7 Ekim olaylarından sonra yaptığım çağrıyı bir kez daha tekrarlıyorum; selamlaşma kampanyası başlatıyorum, Türkiye’de herkes birbiriyle selamlaşsın ve seçime, 7 Haziran sandığına giderken kim hangi partiye oy verirse versin herkes el ele barış için yürüdüğünün bilincinde olsun.

Türkiye’nin geleceği parlaktır, bundan hiç tereddüdünüz olmasın. Bakınız bir taraftan Şah Fırat Operasyonu gibi son derece riskli bir operasyonla kutsal emanetlerimizi koruyoruz, tarihi emanetlerimizi, diğer taraftan çözüm süreciyle geldiğimiz aşamada geleceğimizi inşa ediyoruz, ama son olarak sizlerle yeni Türkiye’nin işaret fişeği olarak gördüğüm bir önemli projeden daha bahsedeceğim, geçen hafta başlangıç adımını attığımız İstanbul’daki 3 katlı büyük İstanbul tüneli.

Şah Fırat Operasyonu bizim askeri kudretimizi, tabiri caizse hard power, sert gücümüzü ve caydırıcı kudretimizi gösterdi, çözüm süreci demokrasimizin ve yumuşak gücümüzün göstergesi oldu. Geçtiğimiz Cuma günü İstanbul’da açıkladığımız 3 katlı büyük İstanbul tüneli ise ekonomik gücümüzün ve kudretimizin ulaştığı aşamayı gösterdi. Bu, dünyada bir ilk, ilk defa dünyada denizin 110 metre altında 6500 metre uzunluğunda bir tünel 3 katlı olarak inşa edilecek; üst ve alt kat kara yolu geçişi için, orta kat metro geçişi için.  Başka hiçbir yerde 3 katlı tünel yok. Nasıl İstanbul’a dünyanın en büyük havalimanını inşa ediyorsak, Asya’yla Avrupa arasında da dünyanın ilk 3 katlı tünelini inşa ediyoruz ve bu yüzde 100 Türk mühendisinin alın terinin eseri olacak. Devlet kakasından bir kuruş çıkmayacak. Ama ne olacak? İstanbul’un 9 raylı sistemi, 3 köprüsü, 3 havalimanı birbirine entegre bir şekilde bağlanacak.

İstanbul’u bilenler, ki çoğumuz İstanbul’u yakından biliriz, bütün hayatı İstanbul’da geçmiş olan birisi olarak da zikrediyorum, bu proje beni heyecanlandırıyor; sadece büyüklüğü itibarıyla değil, trafiği İstanbul’un altına indirerek çevreye hiçbir zarar vermeden günde 6,5 milyon İstanbulluyu iki kıta arasında taşıma kapasitesine ulaştığı için. Yerüstündeki her trafik şehrin dokusunu öyle veya böyle olumsuz yönde etkiler, en iyi metrobüsleri getirseniz, en iyi kara yollarını yapsanız şehrin üstündeki trafik özellikle tarihi şehirlerin dokusunu etkiler. Bunları şehrin altına alarak ve toplu ulaşım imkanlarıyla bunu sağlayarak, en az sayıda özel aracın yerüstünde dolaşmasına imkan verecek şekilde yeni bir yapılanmaya gidiyoruz.

İncirli, Topkapı, Mecidiyeköy, Altunizade, Söğütlüçeşme hattı 40 dakikaya inecek metroyla. Öbür tarafta Ümraniye Çamlık arası Hasdal kavşağıyla 14 dakikaya inecek arabayla. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne ek bir kara yolu hattı oluşturuyoruz yerin altında, Boğaziçi Köprüsü’ne de ek bir metro hattı oluşturuyoruz. Şöyle tepeden baktığınızda İstanbul entegre bir şekilde birbiriyle irtibatlanıyor, Asya’yla Avrupa, İstanbul’un tarihi yarımadasının kenar havzalarıyla İstanbul’un yeni gelişen bölgeleri birbirleriyle bir bütünlük arz edecek. Kuzey Marmara Otoyolu’yla, bağlantılarla İstanbul-İzmir Otoyolu bildiğiniz gibi 9 saatten 3,5 saate indirecek. İstanbul-Ankara yüksek hızlı treni ve birçok projeyle tarihin kadim şehri olan İstanbul geleceğin de küresel şehri olacak.

Orada zikrettim törende, bu 3 sayısı önemli, 3 imparatorluğu başkentlik yapmış olan İstanbul’da şimdi 3 katlı büyük İstanbul tüneliyle yerin altında, bu 3 imparatorluk birikimi üstünde 4’üncü yükselen küresel gücün işaret fişeği oluyor İstanbul ve gurur duyuyoruz. Hani Gezi olayında çevreci bilinç itibarıyla bazı hassasiyetleri istismar edenlere de sesleniyorum, bu projeye sahip çıkın. Neden biliyor musunuz? Bu proje sera gazlarının yılda 119 bin ton daha az üretilmesine yol açacak, çevreye zarar veren gazların da 29 bin ton daha az üretilecek.  Sera gazları emisyonu düşecek, çevreye zarar veren gazlar azalacak, İstanbul’un o güzel Boğaziçi’si, o güzel yeti tepeleri, Belgrad Ormanları, Kuzey Ormanları hep beraber çok daha iyi bir hava teneffüs edecek.

İşte baksınlar eski Türkiye’ye, 1994 yılı öncesi İstanbul çok daha az nüfusla çevre kirliliğiyle boğuşuyordu, Haliç perişan haldeydi, çöp dağları, tepeleri vardı, AK Parti’nin o zaman ilk işareti olarak Sayın Cumhurbaşkanımız İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak İstanbul’un kaderini değiştirmişti, şimdi adım adım İstanbul’un havası da temizleniyor, İstanbul’un geleceği de yeniden inşa ediliyor.

Hep zikrediyorum, İstanbul bizim hocamızdır. Cumartesi günü kendimi tutamadan sokaklarında biraz halkımızla da kucaklaşarak yürüyüş yaptığımda ne kadar özlediğimi bir kez daha hatırladım. Hepimiz İstanbul’un talebeleriyiz. İstanbul’dan ders alanlar dünyaya barış mesajı verirler.

Emin olun, Cuma günü İstanbul’da ilan ettiğimiz bu projeyle Cumartesi günü çözüm süreci arasında irtibat vardır. Hani bir bölücülük senaryosu çizenler, Allah aşkına, hangi Hakkarilinin ya da Diyarbakırlının İstanbul’dan uzak kalabileceğini hayal edebilirler? İstanbul’dan kopabilir mi Diyarbakır, İstanbul’dan ayrılabilir mi Diyarbakırlı? İstanbul bizim mayamızdır, hamurumuzdur. Suyun, havanın, toprağın, ateşin, anasır-ı erbaanın en güzel dünyada biriyle mecz olduğu yerdir, Boğaziçi’nde su ve toprak, yedi tepede toprak ve hava ve gurup ve şafak vaktinde, güneşin doğması ve batması anında da ateşin, güneşin devreye girmesiyle dünyanın hiçbiri İstanbul’dan daha güzel, İstanbul’dan daha öğretici, İstanbul’dan daha ulvi olamaz.

Biz İstanbul’a hizmeti bir aşk biliyoruz Türkiye’nin her yerine olan hizmetimiz gibi; ama İstanbul bu anlamda dünyaya sunduğumuz en büyük markadır, tarihte öyleydi, gelecekte de öyle olacak.

Biz İstanbul için böyle mega projelerle uğraşırken, bırakınız CHP de yeraltında tünelleri düşünmektense yerüstünde Şişli Belediyesi’yle uğraşsın, o onlara yeter. Ayıplamayın sakın, herkes ölçeğiyle düşünür, kapasitesiyle hesap sorulur, kimseye gücünün üstünde yük yüklenmez. CHP’nin ölçeği Şişli ve kendi aralarında mücadele ölçeği. Bizim ölçeğimiz ise İstanbul, Türkiye, bütün dünya, biz dünya ölçekli düşünüyoruz, onlar ise küçük, CHP içi mücadelelere dayalı o ölçekte düşünüyorlar. Hala mahkemeleri devam ediyor değil mi? Ben takip edemedim artık, pehlivan tefrikasına dönmüştü. Onlar onlarla uğraşsınlar, biz Şah Fırat Operasyonuyla, çözüm süreciyle, mega projelerle uğraşıyoruz. İşte yeni Türkiye’nin AK Parti iktidarı budur.

Ve her Grup toplantımızda artık müjde vermek bir gelenek haline geldiği için, iki konuda da vatandaşlarımıza arz etmek istiyorum.

Birincisi; engelli vatandaşlarımızdan kendi işlerini kuranlara 36 bin Türk Lirası’na kadar hibe vermeyi kararlaştırdık. Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın yaptığı çalışmayla kendi işini kuruyorsa engelli vatandaşlarımızın hepsine, kredi değil bu, faizsiz kredi falan değil, 36 bin Türk Lirası’na kadar hibe.

Yine 250 milyon fidan dikme kampanyası başlatıyoruz, önümüzdeki 6 ay içinde 250 milyon fidan dikeceğiz, bu şimdiye kadar sürdürdüğümüz kampanyaların bir devamı, bunun için de İŞKUR bünyesine 6 ay fidan dikimi ve bakımı için 120 bin vatandaşımızı istihdam edeceğiz.

Bir taraftan da inşallah önümüzdeki dönemde ayrıca bir istihdam paketi ve diğer sosyal ve ekonomik ağırlıklı paketlerle vatandaşlarımıza güzel müjdeler vermeye devam edeceğiz.

Son olarak şunu zikretmek istiyorum değerli dava arkadaşlarım; 28 Şubat’ın yıldönümünde bir başka partimiz açısından önemli bir çalışma yapıldı, temayül yoklamaları, yani Cumartesi-Pazar. Diğer partiler kendi iç problemleriyle uğraşırken, AK Parti tam bir demokrasi şenliği içinde 7 Haziran’a yürüyor. 6223 aday adayı başvurdu, bu sadece tek tek kişilerin bireysel hayat planlaması açısından değil, AK Parti’nin bu kişiler için, bu vatandaşlarımız için nasıl büyük bir önem atfetmesi açısından da bizim için dikkate şayan. Bütün bu aday adayları değerlendirmeleri son derece titiz şekilde yürüyecek, ilk temayül yoklamalarını yaptık, ben birçok ildeki arkadaşlarımızla konuştum, temayül yoklamalarında, bakın dikkatinizi çekerim, katılım yüzde 90’ı aştı temayül yoklamalarında. Teşkilatımız bu süreci sahiplendi ve her bir bakanımız, genel başkan yardımcımız, ilgili arkadaşlarımız değişik illerde bulundular. Bütün Teşkilatımıza ben buradan selam ediyor, tebriklerimi sunuyorum temayül yoklamalarını vakar içinde, olgunluk içinde yaptıkları ve büyük katılım gösterdikleri için. Önümüzdeki günlerde bu çalışmalar devam edecek.

Özetle; 28 Şubat’ın o karanlık Türkiye’sinden, eski Türkiye’sinden Türkiye’yi alıp çıkaran AK Parti kadroları, şimdi 7 Haziran’a doğru da yeni Türkiye’nin inşası çerçevesinde kararlı bir şekilde yürüyorlar. Birliğimizi, beraberliğimizi korumamız, özellikle de bugünlerde geçen haftaki Grup Toplantımızda da söylediğim gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Grubumuzun vakar içinde gösterdiği birlik, beraberlik direnç Türk demokrasinin en büyük teminatıdır. Hepinize teşekkür ediyorum, bir kez daha teşekkür ediyorum.

Özgürlüklerin korunması ve iç güvenlik paketiyle ilgili her türlü görüşe açık olduğumuzu teyit ediyorum. Ama her ne surette olursa olsun, sizin direncinizle, kararlılığınızda bütün bu yasama çalışmaları inşallah hayırlıysa kemale erecektir.

Tekrar selamlarımı sunuyorum, hayırlı çalışmalar diliyorum.

join us icon
SEN DE ARAMIZA KATIL Gücümüze Güç Katalım.