Yükleniyor...

Basbakan Davutoglu’nun, 25 Kasim tarihli TBMM Grup Toplantisi konusmasinin tam metni

 

Değerli milletvekillerimiz, saygıdeğer dava arkadaşlarım; hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.

Çok yoğun bir 15 gün sonrasında tekrar buluştuk. Çok yoğun dedim, gerçekten gerek iç reformlar, gerekse dış temaslar ve yurt içi seyahatlerle dopdolu ve aslında AK Parti felsefesini yansıtan bir 2 hafta geçirdik.

Geçen hafta yurt dışında olduğum için sizlerle bulaşamamıştım, dolayısıyla bu 15 günün muhasebesini yapmak, sizlerle bu 15 gün içinde olanları paylaşmak, aslında önümüzdeki dönemdeki siyasetimizin genel akışını da ortaya koymak bakımından büyük bir önem taşıyor.

Öncellikle dün 24 Kasım Öğretmenler Günüydü, 81 ilimizden gelen değerli meslektaşlarımla buluştum, kucaklaştım, öğretmenlik tecrübesi ve gelecek nesillerimizi yetiştirme anlamında bir büyük emaneti taşıyan öğretmen meslektaşlarımla halleştik, güzel bir sohbet ettik.

Bir kez daha Türkiye’nin her bir köşesinde gelecek nesillerin yetişmesi için gece-gündüz çalışan öğretmenlerimizi tebrik ediyor, hepsinin Öğretmen Gününün kutluyor, başarılar diliyorum.

Biz 12 yıllık iktidar dönemimizde Milli Eğitime çok büyük bir önem verdik, Milli Eğitim’in bütçeden aldığı pay bakanlıklar arasında hep birinci sırada oldu. Dikkat ediniz, milli vasfı, sıfatı sadece 2 bakanlıkta var, Milli Eğitim ve Milli Savunma. Bu şu demek: Bir ülkenin savunması, bir ülkenin istikbali ancak eğitimle sağlanabilir. Eğitimini teminat altına alan milletler gelecekte aslında bekalarını da teminat altına alırlar. Eğitimi ihmal edenler ne kadar güzel programlar hazırlamış olursa olsunlar, o programlar, o projeler kağıt üzerinde kalır, uygulamaya geçemez. 62. Hükümet programında yeni hamle dönemini başlatırken en temel esas olarak insan kaynağının etkin ve verimli değerlendirilmesi, dolayısıyla da eğitime ağır verilmesi anlayışını temel ilke olarak kayıtlara geçirmiştik.

Çok çarpıcıdır, biz iktidarı devraldığımızda 458 bin 496 öğretenimiz vardı, şu anda 851 bin 854 öğretmenimiz var, neredeyse öğretmen kadromuzu, bu eğitim gönülleri, bu güzel misyon üyelerini 2 misli arttırdık. Hepsini buradan tebrik ediyorum.

Ve dün öğretmenlerimizle bir müjdeyi daha başlattım, inşallah Ocak ayında bu eğitim seferberliğinin güzel kadrosuna 15 bin yeni öğretmen daha atayacağız.

İç reform bağlamında önemli bazı projeleri geçtiğimiz 15 gün içinde daha önce söz verdiğimiz bazı çalışmaları tamamladık.

Öncelikle iş sağlığı güvenliği paketini Avustralya ziyaretinin hemen öncesinde açıkladım. İş sağılığı güvenliğiyle işçilerimizin, emekçilerimizin iş sağılığı güvenliği teminat altına almaya kararlıyız.

Yine bu çerçevede Madencilik Yasasıyla ilgili değişiklikleri de içeren bir çalışmayı, taslağı tamamladık, inşallah önümüzdeki günlerde kamuoyumuzla paylaştığımız bu taslağı Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine taşıyacağız.

Ayrıca, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu gibi insan hakları bağlamında son derece önemli bir kanunu bugünlerde Genel Kurulda görüşeceğiz. Kişisel Verilerin Korunması Kanunu son dönemde birilerinin saptırmaya çalıştığının aksine, Avrupa Birliği normlarına göre kişilerin kendi özel bilgilerinin korunması ve hiçbir kurum ya da kişinin ya da herhangi bir tarafın bu verilere ulaşımının engellenmesi, erişimin ancak kişilerin rızasıyla sağlanmasını temin eden tam bir insan hakları reformudur. Bunun da insan haklarına dayalı siyaset anlayışımızın bir karşılığı olarak memleketimize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Ayrıca, yine bu kürsüden ilkesel detaylarını paylaştığımız iç güvenlik ve özgürlüklerin korunması reform tasarısını da Meclisimize dün sunduk. Bununla sağlamak istediğimiz temel amaç, insan hakları ve özgürlüklerinin korunması için, onun ayrılmaz bir parçası olan ve zemini teşkil eden güvenlik şartlarının sağlanmasıdır. Bu açıdan iç güvenlik ve özgürlüklerin korunması reformu hayata geçtiğinde, hem vatandaşlarımızın günlük hayatıyla ilgili devrim mahiyetinde değişimler yaşayacağız, hem de toplantı ve gösteri özgürlüklerini istismar ederek aslında toplantı ve gösteri özgürlüğünü yok etmeye çalışan vandallara karşı da en etkin tedbirlerin alınması sağlanacak.

Bir taraftan bu reform paketleriyle ilgili çalışmaları sürdürürken, diğer taraftan yoğun bir dış politika trafiği içinde olduk. Hemen İş Güvenlik Yasası çalışmasını tamamladıktan sonra Avustralya’ya ve Filipinler’e hareket ettim.

Avustralya ziyaretimizin temel amacı, inşallah 1 Aralık’ta, önümüzdeki haftadan itibaren Dönem Başkanlığını üstleneceğimiz G-20 Zirvesine katılmaktı. Son derece önemli bir zirveydi, çünkü küresel ekonomik kriz sonrasında liderler düzeyinde toplanan G-20 şu anda dünya ekonomisine hakim olan durağanlığın nasıl aşılması gerektiği konusunda temel meselelerin tartışıldığı bir platform. Liderlerin katıldığı ve basına kapalı, sadece liderlerin katıldığı oturumda küresel ekonominin sorunlarını tartıştık, bunların nasıl aşılabileceğini ele aldık ve özellikle Türkiye’nin bu küresel ekonomik açmazın aşılmasındaki görüşlerini de diğer liderlerle paylaşma imkanı buldum.

Bu oturumda Türkiye’nin ekonomik başarısı ve küresel krize karşı aldığı tedbirler bağlamında şu 3 hususu vurguladım, bu 3 husus aslıda bundan sonraki müstakbel başarılarımızın da habercisidir.

Birincisi; siyasi istikrar. O masa etrafında, odada olanlar arasında bir iktidar partisi olarak en uzun dönemli iktidarı biz temsil ediyorduk ve 12 yıllık iktidarın geride bıraktığımız başarılarını temsil gücüyle görüşlerimi açık yüreklilikle paylaştım. Aslında küresel ekonomik kriz sonrası döneme baktığınızda, 2008’den bu yana özellikle Avrupa’da bazı ülkelerde 4, bazı ülkelerde 5, bazı ülkelerde benim Dışişleri Bakanlığım döneminde 7 dışişleri bakanın değiştiğine şahit oldum, aynen 90’lı yılların Türkiye’si gibiydi dünya son 5-6 yıl içinde. Bir ülke vardı ki farklıydı, o ülkede 12 yıl küresel ekonomik krize rağmen aynı siyasi kadro bu küresel ekonomik krize karşı tedbirleri almış ve ülkeyi kalkındırmıştı; bu fark Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin farkıydı. Ve bu farkı oluşturan da AK Parti kadrolarıydı, gurur duyuyorum ve önümüzdeki dönem de nice farkları gerçekleştireceğimiz konusunda da milletimize buradan bir kez daha söz veriyorum.

Siyasi istikrarın devamı o toplantıda o da ortaya çıktı ki, rasyonel ekonomik politikaların uygulanmasının olmazsa olmaz şartıdır. Çünkü orta vadeli program dediğinizde, 10 yıllık program dediğinizde, sektörel dönüşümler dediğinizde bütün bu dönüşümleri, programları, projeleri düşünen, tasarlayan, plan haline döken idareyle onu gerçekleştiren iradenin aynı olması şarttır, aksi halde ülke yazboz tahtasına döner 90 yıllardaki gibi. Biz 2023 derken, aslında bir güçlü iradeyi de milletimize ve dünyaya ilan etmiş olduk, İnşallah 2023’e kadar bu kadrolar bu farkı oluşturmaya devam edecekler ve daha sonrasına da.

İkinci önemli boyut; makroekonomik istikrar. Siyasi istikrar olabilir, ama siyasi istikrar içinde makroekonomik istikrar temin edilmemişse, ekonomik göstergeler hem iç piyasaya, hem dış piyasaya umut ve güven vermiyorsa, güven unsuru yoksa zaten siyasi istikrarda muhafaza edemezsiniz bu birbirine bağlıdır. Siyasi istikrar olmazsa makroekonomik istikrar olmaz, makroekonomik istikrar olmazsa siyasi istikrar zeminin kaybeder. O bakımdan biz makroekonomik istikrarında ülkede temsilcisi, uygulayıcısı ve teminatıyız. Yine orada muhatap olan, olduğumuz ülkelerin gelişmiş ülkelerde de, gelişmekte olan ülkelerde de ortak özellikle makroekonomik istikrar konusundaki görüş ayrılıklarıydı ve dünya ekonomisi konusundaki görüş ayrılıklarıydı. Bazı ülkeler antienflasyonist politikaları öne çıkartırken, bazı ülkeler dünyada talep artırımını öne çıkaran görüşler beyan ettiler. Biz söz aldığımızda, bu ikisinin birlikte gerçekleştirilmesi halinde dünya ekonomisinin genişleyeceğini paylaştık. Çünkü bizim isteğimiz dünyada talebin artmasıdır, bu sağlanmadıkça dünya ticareti gelişemez, yüzde 8 civarında gelişen dünya ticareti son 3-4 yıldır yüzde 3 civarında gelişiyor, bu bizim üzerimizde de bir baskı oluşturuyor ama antienflasyonist politikalardan taviz verilirse bu seferde dünya ticareti öylesine iç denge sorunları yaşar ki, gelişmeyi ülkede rahat şekilde hissetme imkanımız olmaz.

Bundan sonra da, önümüzdeki seçim döneminde de, daha sonra da Türkiye bu ikisini birlikte yapmaya kararlıdır. Hem reel sektörü destekleyen, reel sektörü büyüten talep, dış talebe dayalı özellikle kalkınmayı sürdüreceğiz, hem de içeride bütçe disiplinine, mali disipline dayalı makroekonomik istikrarı ve antienflasyonist politikaları da sürdüreceğiz. Ve öylesine güzel haberler burada aldık ki bu ay içinde ekonomimiz için gerçekten olumlu işaret fişekleri.

Eylül ayında cari açık 2.2 milyar dolar oldu, böylece ilk 9 ayda cari işlemler açığı bir önceki yılın aynı dönemine göre 18,3 milyar dolar azalarak 30,8 milyar dolara gerilemiş oldu. İlk defa cari açıkta bu ölçüde bir düşüş trendi görüyoruz ki bu bizim ekonomimizin en kırılgan noktası olan cari açığa dönük olarak aldığımız tedbirlerin sonuç vermekte olduğunu gösteriyor.

Ekim ayında kurulan şirket sayısı, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 24.4 arttı. Şirket sayısının artması ekonomide canlanmanın ve özel sektörün ekonomiye duyduğu güvenin işareti olarak değerlendirilir. Yüzde 24.4 artış ekonomide yeni dönemle ilgili ümitle beklentilerin yaygınlaşmakta olduğunu gösteriyor. Böylece yılın ilk 10 ayında, bir önceki yılın aynı dönemine göre açılan şirket sayımız yüzde 18,5 artanken, kapanan şirket sayımız yüzde 11,2 gerilemiş oldu. Bu da yine ekonomide canlılık işareti olarak önemlidir.

Ocak, Ekim döneminde kurulan şirket sayımız 47495 olurken, kapananlar çok daha düşük düzeylerde kaldı. Bu olumlu seyri kararlılıkla politikalarımızda sürdürmeye devam edeceğiz.

Üçüncü unsur orada vurguladığımız, yapısal reformlar. Bir tek Türkiye ve Meksika kapsamlı reformlar hazırladı, açıkladı orada her iki ülkede oraya gelmeden önce bu reformları, bizim yapısal dönüşüm reformlarını açıkladığımız gibi gündeme getirmişti. Şimdi de inşallah 9’unu açıkladık, 8 makroekonomik dönüşüm programıyla, 8 sosyal dönüşüm programlarını da inşallah önümüzdeki günlerde açıklayacağız.

Dünyada ne seyrederse seyretsin, ne krizler yaygınlaşırsa yaygınlaşsın biz bu milletten güç aldıkça ekonomimiz kalkınmayı sürdürecek, insani kalkınmanın temel taşlarını dokumaya, döşemeye devam edeceğiz.

Ayrıca G-20 Zirvesinin bizim önemli bir yönü de gelecek sene Dönem Başkanlığını almamız. G-20 bağlamında Dönem Başkanlığını da takip edeceğimiz politikaların da esaslarını liderlerle paylaştım. Burada iki konuya ağırlık vereceğiz; KOBİ’lerin önemi ve istihdam artışı, k, bizim için dinamik nüfusa sahip ülkeler için önemlidir, diğeri de küresel ekonomideki eşitsizliğin ortadan kaldırılması için G-20 üyesi ülkelerle en az gelişmiş ülkeler arasında köprü rolü oynayacak bir misyonun yerine getirilmesi.

Bakınız, ister iç siyaset olsun, ister dış siyaset, ister bölgesel siyaset olsun, ister küresel siyaset, ister ekonomik alan olsun, ister kültürel ya da siyasi alan, bizim siyasetimizin eğer bir tanımı olacaksa, o vicdan siyasetidir, vicdan siyasetedir. Onun için, G-20 ülkelerinin,  dünyanın en büyük ekonomisine sahip ülkelerin başkanlığını yaparken, dünyanın en az gelişmiş ülkelerinin de temsilciliğini üstleneceğiz ve önümüzdeki dönemde dünyadaki eşitsizlikleri ortadan kaldıran bir yaklaşımı benimseyeceğiz. Orada da dile getirdim enerji konusu konuşulurken, eğer bir dünyada insanlık nüfusunun 5’te 1’i elektriğe ulaşamıyorsa, bütün Sahra güneyi Afrika’nın toplam elektrik tüketimi New York’a neredeyse eşitse, o dünyada adaleti ikame etmek mümkün olmaz. Artık dünyadaki eşitsizlik piramidini tersine çevirmenin vakti gelmiştir. Ve biz uluslararası sorunlarda vicdanın sesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti önümüzdeki yıl dünya ekonomisinde de vicdanın sesi olmaya kararlıdır.

Bu zirvede ayrıca başta Başkan Obama olmak üzere hemen hemen bütün liderlerle ikili, çok taraflı görüşmelerde bir araya geldik. Bu görüşmelerde de Türkiye’nin uluslararası sorunlarla ilgili kanaatini muhataplarımla paylaştım ve özellikle de Suriye, Irak bağlamında ve bölgemizde yaşanan gelişmelerle ilgili kanaatlerimizi değerlendirme imkanı bulduk, her vesileyse de mülteciler sorunu başta olmak üzere insani çağırımızı sürdürdük.

Avustralya’dan Filipinler’e geçtik ve Filipinler Devlet Başkanı Sayın Aquino’nun davetlisi olarak Filipinler’i ziyaret eden ilk Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olma onurunu yaşadım.

Filipinler’e ziyaretimizin iki önemli boyutu vardı, 65. yılıydı diplomatik ilişkilerimizin, ilişkilerimizi tekrar tanımlayıp Doğu Asya açılımında Filipinler’e özel bir konum vermek ve anlaşmalarımızı tamamlamak.

İkincisi de, Filipinler’de asırlardır süren, son 40-50 yılda da büyük tırmanış gösteren Mindanao’daki Bangsamoro Müslümanlarının ihtilafları konusunda girişimlerde bulunmak.

Şunu gururla ifade ediyorum, hani Türkiye dış siyaseti üzerine değişik spekülasyonlar yapanların da bu gelişmeleri takip etmesini istiyorum: Dünyanın öbür köşesinde Bangsamoro Müslümanları Mindanao’da 400 yıl, 500 yıl çektikleri acılardan sonra barış masasına oturmak istediklerinde, Filipinler Hükümeti de son derece vizyoner bir yaklaşımla bu çatışmaları sona erdirmek istediğinde 2 tarafın da başvurduğu ülkelerin başında Türkiye Cumhuriyeti geliyordu. Dışişleri Bakanlığım döneminde bu gelişmeleri bizzat takip ettim, her iki tarafla görüşmelerim oldu, arkadaşlarımız Filipinler’e kadar giderek orada çalışmaları takip ettiler ve silahsızlanma sürecinin, barış sürecinin koordinatörlüğünü de bir Türk diplomata emanet edildi Sayın Haydar Berk’e, eski NATO Daimi Temsilcimiz. Yani iki tarafın ittifak ederek üzerinde anlaştığı ülke Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ydi, sürecin bundan sonraki seyriyle ilgili en kritik güvenlik konularının tartışılacağı Komitenin Başkanlığına da bir Türk diplomat getirildi. Aslında bu, Türkiye Cumhuriyeti isminin ve al bayrağın dünyanın bir köşesinde nasıl barış ve çözüm temsili olduğunun en açık göstergesi.

TİKA’nın Manila’da restore ettirdiği bir okulumuza da gittim, orada Filipinli küçük çocuklarla al bayraklar eşliğinde buluşmak bana büyük bir mutluluk verdi.

Filipinler’den döner dönmez 1 gün Ankara’da kaldıktan sonra bence son dönemlerin en önemli ziyaretlerinden birini Bağdat’a gerçekleştirdim. Burada biraz üzerinde durmak istiyorum Bağdat seyahatimin.

Irak bizim hem dostumuz, hem kardeşimiz, hem önemli stratejik ortağımızdır. Irak söz konusu olduğunda biz hiçbir Iraklı kardeşimize etnik, mezhebi, dini kimliği perspektifinden bakmayız, Kut’ül Amare’den bakarız. İşgalcilere karşı bizim dedelerimizle omuz omuza veren Şii, Sünni, Arap, Kürt, Türkmen, Mesihi, bütün o kardeşlerimize Kut’ül Amare perspektifinden bakarız, yan yana şehit düşen o ortak tarih perspektifinden.

Bağdat ziyaretimizde Sayın Abadi’yle detaylı görüşmeler yaptık. Hani birileri nerede o eski ortak kabine toplantıları diyordu ya, belki üzülecekler, ama sizlerin ve Türk ve halkının çok sevineceği bir haberi buradan vermek istiyorum, inşallah Türkiye’yle Irak arasında 2009’da kurulan yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyi mantığıyla toplanan ortak kabine toplantısının bir yenisini 24-25 Aralık tarihlerinde Türkiye’de gerçekleştireceğiz.

Biz hep şunu söyledik: Türkiye’yle Irak’ın dostluğu baki, arada çıkabilecek sorunlar konjonktüreldir. Irak’ta son dönemde yaşanan etnik ve mezhebi farklılıklarla ilgili görüş beyan ettiğimizde dostça beyan etmiştik, kardeşçe beyan etmiştik, bir ayrım gözetmeden beyan etmiştik, şimdi Bağdat’ta gördüğüm gibi ortak bir tehdit karşısında bütün o kardeşlerimizin, siyasi liderin bir platformda buluşmuş olması ve ilk defa Irak’ta herkesin elini taşın altına koyduğu bir hükümet yapısının ortaya konmasından en fazla memnun olan da biz olduk.

Sayın Haydar Abadi’yle görüşme dışında, bakınız 1 günde, yaklaşık 12 saatte, yani 24 saat değil, 17 farklı görüşme yaptım, görüşme, toplantı, açıklama 12 saatte.  Sayın Abadi dışında Sayın Cumhurbaşkanı Fuad Masum’la görüştüm, Meclis Başkanı -eskiden beri hepsi dostumuzdur- Sayın Selim Cuburi’yle görüştüm. Sayın Selim Cuburi’yle birlikte Irak Meclisinde temsil edilen bütün Iraklı siyasi partilerin temsilcileriyle yaklaşık 1,5 saate varan bir beyin fırtınası yaptık, her görüşlerini cevaplandırdım, görüşlerimizi paylaştık. Eski Başbakanlardan Sayın Allavi’yle görüştük, eski Meclis Başkanı ve şu anda Cumhurbaşkanı Yardımcısı, her ikisi de, Sayın Allavi de, Sayın Nuceyfi’yle görüştük Cumhurbaşkanı yardımcıları, ayrı ayrı görüştük, biri Şii, diğeri Sünni, ama bizim dostluğumuzda hiçbir fark yok. Irak’taki Şii geleneğin en önemli ailelerinden olan ve bugün de Irak’ta en etkili siyasi gruplardan birini oluşturan Meclisi Ala’nın Başkanı Ammar El- Hakim’le görüştük. Erşad Salihi’nin Başkanlığındaki Türkmen heyetiyle uzun, dostça, kardeşçe hasret giderdiğimiz bir görüşme yaptık. Bütün bu görüşmelerden sonra tekrar Sayın Haydar Abadi’yle bir araya gelip görüşmelerdeki intibalarımı paylaştım, dostça, kardeşçe gece 12 civarında sarılarak ayrıldık.

İşte bizim görmek istediğimiz tablo bu, bizim görmek istediğimiz tablo bu. Eğer Irak’ta olduğu gibi Kürt Cumhurbaşkanı, Şii Başbakan, Sünni Başbakan Yardımcısı, Sünni Meclis Başkanı, Sünni, Şii, Türk, Kürt, Arap Cumhurbaşkanı yardımcıları, siyasi parti grup liderleri yan yana bir resim verdiklerinde bizim özlediğimiz Ortadoğu tablosu çıkar. Biz hiçbir zaman herhangi bir etnik ve mezhebi grubu diğerine karşı desteklemedik, mezhepçilik ve etnik ayrımcılık fitnesine hep karşı durduk, dik durduk. Fakat kime karşı çıktık? Hangi etnik kökenden, hangi mezhepten, hangi dinden olursa olsun zalimin de karşısında kararlı şekilde durduk, durmaya devam ederiz.

Bu güzel görüşmelerden ve aldığımız son derece olumlu kararlardan sonra ki Irak bizim aynı zamanda en önemli ticaret ortağımızdır, buradan iş adamlarımıza sesleniyorum, Sayın Abadi de bunu benden rica ettiği için bir kez daha sesleniyorum; kaygıları, tereddütleri bir kenara bırakarak Irak’ın yeniden yapılandırılması için lütfen seferber olunuz. Basra’dan Erbil’e, Musul’dan Kerkük’e, Diyala’dan Anbar’a kadar Irak’ın her bir toprağında bizim şirketlerimizin, emekçilerimizin, bizim milletimizin alın terini görmek istiyoruz. Eminim ki Irak’taki her bir şehir de sizleri kucaklayarak dostça bağrına basacaktır. Türk ve Irak ekonomileri önümüzdeki dönemde gittikçe daha artan bir hızla entegre olacaktır.

Bağdat’tan Erbil’e geçtim,  yine bir kritik bir ziyaretti, Erbil’e gittiğimizde Sayın Mesut Barzani’yle, Sayın Neçirvan Barzani’yle hem Irak’taki siyasi gelişmeleri değerlendirdik, hem de IŞİD tehdidi sonrasında ortaya çıkan bölgesel konjonktürü ele aldık.

Biz Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni Irak’ın bir parçası olarak ve Türkiye’nin sınırdaşı, akrabası, dostu, kardeşi olarak görüyoruz ve şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da desteklemeye devam edeceğiz. Çünkü oranın istikrarı Türkiye’nin istikrarı için önemlidir, çünkü oranın refahı, kalkınması Türkiye’nin ekonomisi için önemlidir. O kadar çarpıcı ki, gece saat 2 civarında, 2,5 civarında Erbil’e indim Bağdat’tan görüşmeler uzun sürdüğü için. Gece 2,5’ta Erbil’de hava alanından şehre, otele giderken her yerde emin olun Kayseri gibi, Yozgat gibi, Bursa gibi bizim şirketlerin tabelalarıyla dolu sokaklardan geçtik. Eğer Erbil’e inmiş olduğunuzu bilmeseniz, bir an sadece tabelalara baksanız herhalde Türkiye’de bir yere dindik diye düşünürdünüz. İşte biz bunu istiyoruz, ekonomi üzerinden sınırlara saygı göstererek bütün Ortadoğu’nun birbirine entegre olmasını, birbiriyle bütünleşmesini istiyoruz, rüyamız, hayalimiz bu.

Eğer Beşar Esad bizi dinleseydi Halep de böyle olacaktı, refah içinde olacaktı, yıkım içinde değil, kendi uçakları tarafından tahrip edilmiş olmayacaktı. Eğer kendi halkına savaş açmamış olsaydı ş anda Gaziantep’le Halep arasında mülteciler gidip gelmeyecekti, hızlı tren gidip gelecekti, bunun planlamasını yapmıştık.

Şimdi bizim bu hedeflerimiz ve vizyonumuzu anlayamayanlar Türkiye’nin Ortadoğu politikasını eleştirmeye kalkıyorlar. Biz bu bölgeyi, bu medeniyet havzasını yeniden inşa etmek için her türlü çabayı gösterdik, birileri de yıkmak için gösterdiler. Bunun hesabını soracaklar olanlar Halep’le Gaziantep arasında gönül köprüsü kurmaya çalışan bizleri değil, 4 yıldır Halep gibi o güzide şehri havadan, karadan toplarla, Scud füzeleriyle vuran zalimlerden hesap soracaklar. Bir gün Halep kurtulacak, bir gün Suriye ayağa kalkacak, inşallah o gün geldiğinde biz aynen Irak’ta olduğu gibi ortak kabine toplantısını tekrar yapacağız.

Ne Suriye’yi, ne Irak’ı, ne de diğer kardeş ülkeleri, IŞİD benzeri teröre de, Esad benzeri zalimlere de terk etmeyeceğiz, elimizden gelen gayreti göstereceğiz, bu kardeşliği daim kılacağız.

Bu görüşmeler dışında iki önemli ziyarette bulundum, onu da burada sizlerle paylaşmak istiyorum Erbil’de.

Birisi, Kürt Bölgesel Yönetimi’nin ki Irak ordusunun asli unsurudur anayasaya göre, kimse bunu başka yere çekmesin ve 90’lı yıllarda da bizim o zaman terör örgütüne karşı verdiğimiz mücadelede 90’lıyıllarda da Türk Silahlı Kuvvetleri’yle omuz omuza çarpışmıştır Peşmergeler, 95-96 yıllarını hatırlatırım. Şimdi de Irak anayasanın bir parçasıdır, Irak savunma sisteminin bir parçasıdır. Yeni Irak Savunma bakanı Sünni Arap’tır, yeni Genelkurmay Başkanı da Kürt’tür, bu da güzel bir kompozisyon. Bu dostlarımıza Kuzey Irak’ın güvenliği ve IŞİD terörüne karşı da o güvenliği temin etmek için Türk Silahlı Kuvvetlerimizin eğitim verdiği alanı ziyaret ettim. Orada Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımızın gösterdiği disiplin, profesyonelce askerlik ve hemen hemen Kuzey Irak sathını bütünüyle tanımaları dolayısıyla ve gördüğüm oradaki kararlı tutum dolayısıyla, orada görev yapan bütün subaylarımızı, astsubaylarımızı, erlerimizi tebrik ediyor, alınlarından öpüyorum. O zor şartlarda hem bizim sınır güvenliğimizi, hem de Irak’ın birlik beraberliğini ve Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin istikrarın temin etmek için çaba sarf ediyorlar; çok büyük bir mutluluk duydum, onur duydum, gurur duydum. Helikopterlerimizle neredeyse Kuzey Irak sathını doğudan batıya, kuzeyden güneye 4 saat içinde geçtik, her bir dağı, her bir tepeyi tanıyordu bizim oradaki subaylarımız, çünkü bizim için bu önemli. Hiç kimsenin toprağında gözümüz yok, bizim bu aziz vatanımız bize yeter. Tek istediğimiz şey, sınırlarımızın ötesinde barış ve huzurun olması. Ama oraları kendi kaderine de terk edemeyiz, oraları kendi kaderine terk edersek biz de Anadolu topraklarında rahat oturamayız.

İkinci ziyaret ettiğim yer, Duhok’a geldim, bir kampımızın üzerinden geçtim, ikinci kampımızda indim, AFAD’ın IŞİD teröründen kaçan Türkmenler ve Ezidiler için açtığı kamplar. Havadan gördüğünüzde bile orada bizim devletimizin, milletimizin şefkatini ve disiplinini görüyorsunuz, tertemiz kamplar. O dağların arasında beyaz örtüler, çarşaflar gibi helikopterden baktığınızda yüzlerce kamp, binlerce insan, helikopteri gördüğünde el sallayarak koşuşan kimisi Türkmen, kimisi Kürt, kimisi Arap, kimisi Ezidi çocuklar.  Kampa indiğimde güzel bir sürprizle de karşılaştım, yeni atanmıştı, Duhok Valisi Ferhadi, benim eski öğrencim, 20 sene önce öğrencimdi, şimdi Duhok Valisi, onu da sarılarak gözlerinden öptüm. 20 sene önce Malezya’da onu okuturken ve onun gibilerini okuturken, bir gün inşallah sizler bizim makus talihimizi, hangi ırktan, hangi kavimden, hangi etnik ve mezhebi kökenden olursanız olun sizden bizim makus talihimizi, doğunun makus talihini yeneceksiniz diye okutmuştuk. Gurur duydum, hocam diye sarıldı. Orada ne ben Türk’tüm, ne o Kürt’tü, hepimiz insandık, ben hocaydım, o talebiydi, hepimiz bu toprakların çocuklarıydık. İşte görmek istediğimiz tablo bu.

(Katılımcılar Şiir Okuyorlar) Sözler üstada ait olunca kesmek ayıp oluyor. Üstadı rahmetle anıyoruz. Onun büyük doğusu bir gün doğacak kim ne derse desin, güneş doğudan doğacak ve büyük doğu batıyla buluşmak üzere doğacak.

Burada da başta AFAD yetkililerimiz olmak üzere emek sarf eden bütün kurumlarımıza, bütün sivil toplum kuruluşlarımıza teşekkür ediyorum. Onların bu şefkati, bu merhameti bizim gurur kaynağımızdır. Bu hislerle büyük bir ümitle, bu arada şunu da zikredeyim gerçekten beni çok etkilediği için: Cuma namazına Erbil’in büyük bir camiine gitmiştik. Hoca Efendi bizim geldiğimizi görerek de, bilerek de hutbesini Kürtçe, Arapça ve Türkçe okudu, üç dil birden. Kürtçe konuşurken de anlamaya çalıştım, Arapçayı zaten anladım. Türkçe bizim dilimizle döndü ve Yunus Emre’yi okudu: “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz” dedi. İşte bizim istediğimiz bu. Yunus Emre, Horasan’ın Yunus Emre’sinin güzel Türkçesini bir Kürt Hoca Efendi Erbil’de okuyorsa, bir Türk hoca buralarda Kürtçe bir deyişle Feqiye Teyran’dan, Ahmed-i Hani’den bir şeyler okuyorsa işte barışın yolu budur. Dilleri yasaklayarak, efendim baskıları artırarak, birilerinin arasındaki psikolojik bariyerleri tırmandırarak kimse kimse bu dünyada kalamaz. İşte dediği gibi Yunus’un, bu dünya kimseye kalmaz. Geride bırakacağımız sadece kardeşlik, sadece dostluk, sadece insanlık olmalı. İşte çıktığımda da o camiden her dilden kardeşlerim kucaklayarak sarıldılar. Kendimi Konya’da mı tahayyül ettim, Erzurum’da mı, Kayseri’de mi, farklı değil; istediğimiz tablo bu.

Erbil’den döndükten sonra Amerikan Başkan Yardımcısı Biden’la çok uzun süren bir görüşmede hemen aynı gün beraber olduk. Suriye ve Irak başta olmak üzere birçok konuyu ele aldık. Kendisiyle son dönemde gerek Sayın Cumhurbaşkanımızın NATO Zirvesi bağlamında Sayın Obama’yla, gerek benim G-20 Zirvesi bağlamında yine Sayın Obama’yla Avustralya’da yaptığımız ve son aylarda çok yoğunlaşan teknik görüşmelerde geldiğimiz noktayı gözden geçirdik. Bizim tutumumuz çok açıktır; IŞİD benzeri terör örgütlerine karşı her yerde mücadele verdik, vermeye kararlıyız. Ama şunun da farkındayız: IŞİD boşluktan doğmadı, 5 sene önce yok, hatta 2 sene önce yoktu. IŞİD’i doğuran şartlar ortadan kalkmadıkça IŞİD gitse itip gelir, başka bir şey gelir, ama radikalleşme artar. Onun için Suriye’ye kalıcı bir çözüm gerekli. Ve Suriye’de sadece terör örgütünün işlediği suçlar değil, rejimin işlediği insanlık dışı suçlara karşı da aynı tavrın alınması lazım. Kobani’de gösterilen tavır Halep’te, Bayırbucak’ta da gösterilmeli, hepimizin istediği bu.

Ayrıca, özellikle Kıbrıs bağlamında Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri de ele aldık, kendisiyle bu konudaki görüşlerimizi de paylaştım. Atlantik Konseyi’nin Enerji Zirvesinde de bunları zikrettim. Tekrar burada bu kürsüden Kıbrıs Rum Yönetimine de çağrıda bulunuyorum; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle yürüttükleri müzakereleri nihai çözüm doğrultusunda hızlandırsınlar. Müzakere masasından çekilmek bir çözüm değil. Ayrıca, şunu da zihinlerinden çıkarsınlar: Müzakereyi iyi niyetle yürütürlerse iyi niyetli muhatap bulurlar. Ama müzakereleri uzatıp bu arada Kıbrıs’ın güneyinde Kıbrıslı Türklerin de hakkının olduğu alanlarda petrol, doğalgaz arayıp buralardaki doğal kaynakları tekellerine almaya kalkarlarsa, bilsinler ki buna da izin vermeyiz. Eğer onlar sismik araştırma yaparlarsa, bizim Barbaros Hayreddin Gemimiz de orada durur durur durur, çünkü Doğu Akdeniz aynı zamanda bizim denizimizdir, Akdeniz’i bize kimse kapatamaz. Gerekirse sondaj da yaparız. Ama eğer bütün bu doğal kaynakları yeni bir barışın finansmanı için bir avantaj olarak görürlerse ki görmeleri gereken bu, arzu ettiğimiz bu, biz gerginlik istemiyoruz, bir an önce çözüm istiyoruz, bir an önce barış istiyoruz. İki toplumlu bir barışı temin edecek yola girerlerse de en kısa zamanda bu barışı sağlarız. 2004’te iyi niyetimizi gösterdik, tekrar gösteririz. Ama kimse bizim emrivakilere gözümüzü kapatacağımız vehmine de kapılmasın.

Bütün bu dış temaslardan sonra hemen Cumartesi günü gerçekten beni çok duygulandıran üç yurt içi seyahat yaptım. Patnos, Erzincan ve Dersim. Bu ziyaretlerin bu sıralaması bile, şimdi zihninizde tasavvur ediniz değerli dava arkadaşlarım; dört gün içinde Bağdat, Erbil, İstanbul, Patnos, Erzincan, Tunceli ya da Dersim, ne derseniz deyin bizim vatanımız her bir köşesi bizim, bizim mührümüzü taşıyan vatanımız.

Bu ziyaretlerin önemi neydi, tesadüfen yapmamıştık, kongrelerimize gittik. Ama arkadaşlarımızla planlarken bir işareti de vermek istedik. Bakınız Patnos’ta 6-7 Ekim olaylarında o şehirde Belediye Binasını, AK Parti’ye oy verdi diye Belediye Binasını yaktılar, yerle bir ettiler. O zaman Patnos Belediye Başkanını arayıp kendisine şunu demiştim: İstanbul ve Ankara dışındaki ilk ilçe kongremizde size geleceğiz ve sizin o dik duruşunuzu tebrik etmek, yalnız olmadığınızı göstermek, demokrasinin, Al Bayrağın ve AK Parti bayrağının Türkiye’nin her yerinde dalgalanacağını göstermek üzere size geleceğiz. Patnos’ta büyük bir muhabbetle karşılandık. İstanbul’daki toplantılar dolayısıyla biraz gecikmemize rağmen bizi muhabbetle bekleyen, heyecanla bekleyen Patnoslu kardeşlerimi bir kez daha buradan tebrik ediyorum. Patnos’ta o kardeşlerimde Süphan Dağının, Ağrı Dağının vakarını gördüm, o dağlara da selam olsun.

Oradan Erzincan’a geçtik, dağlar dedik ya, etrafı dağlık, ortası bağlık güzel Erzincan’a, can Erzincan’a. Az kalabildik ama, öylesine büyük bir muhabbetle karşılandık ki Erzincanlı kardeşlerimi de, Kongredeki olgun tavırları, vakarı, demokratik bilinçleriyle bir kez daha tebrik ediyorum. Erzincan’da sivil toplum kuruluşlarıyla buluştuk, onlarla Erzincan’ın geleceği konusunda görüşlerimi paylaştım, iki müjdeyi de tekrar verdik. İnşallah Erzincan uzun zamandır beklediği 200 yataklı yeni bir hastane Erzincan’a inşa edilecek. Ayrıca, Erzincan-Sivas hızlı trenini de en kısa zamanda hayata geçirmek için çalışmalarımızı hızlandıracağız. Türkiye’nin doğusuyla-batısını, kuzeyiyle-güneyini birleştiren kavşak bir noktada olan Erzincan’ı geliştirmeye kararlıyız.

Erzincan’dan Dersim’e, Tunceli’ye geçtim. Ve orada çok anlamlı, beni de yürekten etkileyen güzel bir karşılanmayla karşılandık. Ağrı Dağının, Süphan Dağının, Uludağ’ın, Torosların selamını Munzur Dağına götürdük. Türkiye’nin her bir köşesinde o dağların eteklerinde yaşayan her kökenden vatandaşımızın selamını da Tuncelili, Dersimli kardeşlerimize götürdük, o selamı ilettik. Bundan rahatsız olanlar oldu, olacaklar. Çünkü onlar siyasetlerini bir bölgeye münhasıran yaparlar. Bakın buradan çağrıda bulunuyorum, hatta meydan okuyorum; diğer siyasi liderler de bir gün içinde bu üç yere ziyarette bulunsunlar, görelim, ama üçüne birden. Bu ziyaretin şöyle bir çizgisine bakın; Bağdat’ta Sünni, Şii, Arap, Kürt, Türkmen, hepsiyle buluştuk. Erbil’de ve Patnos’ta daha çok Sünni Kürt kardeşlerimle buluştum. Erzincan’da Türkmen kökenli Sünni ve Alevi kardeşlerimle buluştum. Tunceli’de Kürt ve Alevi kardeşlerimle buluştum. Ve emin olun, emin olun, hani bunları kışkırtmak isteyenler olduğu için söylüyorum, birini diğerine karşı düşman etmek isteyenler olduğu için söylüyorum; hiçbirinin gözünde nefret, hiçbirinin gözünde kin, hiçbirinin gözünde husumet görmedim. Hepsinin gözü ışıl ışıl, hepsinin gözü ışıl ışıldı. Şimdi ben bu toprakların çocuğu olarak, inancım, mezhebim, kökenim ne olursa olsun bu kardeşlerimizin hangisine başka bir niyetle, başka bir gözle bakabilirim. Hele tarih ve Rabbim bu omuzlara, bu toprakların çocuğuna Başbakanlık görevi gibi bir görevle bütün onların canını, malını, neslini koruma görevini üzerimize yüklemişse nasıl ayrımcılık yapabilirsin, nasıl birini diğerinin karşısına koyabiliriz, nasıl birisinin acısını diğerinin acısıyla yarıştırır, birinin acısını diğerinin acısıyla bir yarışma içerisine sokabiliriz? Hepsi bizim kardeşimizdir. Cemevine yaptığım ziyarette orada beni kucaklayan Alevi kardeşlerime, Horasan erenlerine buradan selam ediyorum. Hakk, Muhammed, Ali sofrasına bizi misafir edenlere selam ediyorum. Biz, hepimiz o sofranın, Rabbimizin, Peygamberimizin ve Hazreti Ali’nin feyzinden feyz aldığımızda aramızda sadece muhabbet ilişkisi olacaktır. Orada yaptığım konuşmada birçok hususu vurguladım. Dedim ki; kimse artık sütre arkasından konuşma ihtiyacı hissetmesin. Herkes neye inanıyorsa, neyi düşünüyorsa açıkça konuşsun. Kimse kimseyi bu ülkede artık korkutamaz, yeni Türkiye’nin felsefesi budur. Yeni Türkiye’nin felsefesi eşit vatandaşlık hakkıdır ve insan olmak bakımından herkesin aziz ve eşrefi mahlukat olduğu gerçeğidir. Onun için orada, resimlere de yansıdığını sonradan gördüm, bir Alevi dedesi bütün bunlardan hisli bir şekilde o sofrada gözü yaşlı olmayan tek kişi görmedim, tek kişi görmedim. Çıktığımda bu ziyaret dolayısıyla elime kapandı, öpmek istedi, ne haddimize. Bizden yaşlı birine, bir dedeye el öptürmek. Ben de mukabele ederek onun eline sarıldım. O resmin, doğal olarak gelmiş olan o resmin simgesi şudur: Bundan sonra 62. Hükümet Programında ve Olağanüstü Kongrede söylediğimiz gibi, kimse bizim önümüzde diz çökmeyecek, kimse devletin önünde diz çökmeyecek, kimse devleti temsil eden kişilerin ellerini öpmeyecek. Çünkü bundan sonra amir olan millettir, memur olan devlettir. El öpecek olan devlettir. Diz çökecek olan, milletle birlikte yürüyecek olan devletin temsilcileridir, liderleridir.

Daha sonra orada Alevi gençlerle sohbet ettim. Bunları bilmenizi istiyorum, kamuoyumuzun bilmesini istiyorum, çünkü sadece resimler yansıyor, ama haller yansımıyor, haller göz göze bakınca ortaya çıkar. Alevi gençler, o nur yüzlü gençler cemevinin bir kenarında benimle görüşmek istediler, diz çöktük konuştuk. Dediler ki, Hazreti Ali’nin, Ehli Beyt’in mektebindesiniz, ne olur bize şu imkanları tanıyın ve Aleviliği çizgisinin dışına çıkartmak isteyenlere fırsat vermemiz için bize yardım edin. İşte bu çağrı aslında çözüm süreciyle bütün Doğu Anadolu’da, demokratikleşmeyle bütün Türkiye’de olan çağrıdır. Kim bu topraklarda kardeşliği egemen kılmak için çaba sarf ederse, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti onun yanında olacak, her türlü desteği verecek. Dışarıdan veya içeriden bu kardeşlikleri, etnik ve mezhep farkını gözeterek tırmandırmak isteyenlere de hiç fırsat vermeyeceğim.

Tunceli Üniversitesi’nde yaptığım konuşmada vurguladım, birkaç müjdeyi de kendilerine ifade ettim, eski kışla binası Dersim müzesi olacak ve Alevi İslam kültürünün tanıtıldığı, her türlü çalışmanın yapıldığı bir alan olacak.

Tunceli Üniversitesi oradakilerin ortak talebiyle Tunceli Munzur üniversitesi olacak. Munzur Dağları bizim için Toroslar’ın, Ilgaz’ın kardeşidir. Munzur’u, Toroslar’ı ya da Ilgaz’a ya da Uludağ’a, Munzur’un eteklerinde yaşayanları da Toroslar’ın eteklerinde yaşayanlara düşman kılmak isteyenlere karşı da biz inadına, Munzur da kardeştir, Toroslar da, Ilgaz da, onların eteklerinde yaşayanlar da kardeştir, kardeş kalacaktır diyeceğiz.

Orada zikrettim, ismen bütün büyük ocakları zikrettim, Sarı Saltuk’u zikrettim, Baba Mansur’u, Derviş Cemal’i zikrettim, Horasan erenlerini anlattım ve şu taahhütte bulundum: Horasan erenlerinin her bir dergahına, Munzur Dağı’nda gözelerden çıkan her kutsal mekana saygı gösterilecek, oraya hiçbir tahribat yapılmayacağı gibi, oralara yollar yapılacak, oralar ihya edilecek, çünkü o Horasan erenleri Anadolu’yu vatan kılan maneviyatın temsilcileridir.

Yine orada ifade ettim, çok sık gündeme gelen bir konuda, bürokraside ve devletin herhangi bir kademesinde sadece Alevi kardeşlerimize dönük değil, kime dönük olursa olsun herhangi bir ayrımcılık yapılırsa bunun karşısında önce biz duracağız, böyle bir ayrımcılığa kesinlikle izin vermeyeceğiz, her yerde sadece ve sadece… (Canlı Yayın Ses Kesikliği)

… oradaki coşku beni çok büyük bir memnuniyete sevk etti. Her bir AK Parti mensubuna, Tunceli’de hani sanki belli yerler belli partilere kapalıdır gibi düşünülen şartlarda AK Parti kapısını her yerde açık açık tutan o yürekli kardeşlerime buradan bir kez daha selam ediyorum.

Ve burada da, orada söylediğim gibi, biz herkesten oy isteriz, herkesten destek isteriz, ama görevi aldığımızda bütün vatandaşlarımıza sadece bir emanet olarak ve hesap verilmesi gereken merci olarak bakarız, bundan sonra da bu tutumuz devam edecek.

Şimdi burada müsaadenizle iki tavra dikkatinizi çekmek istiyorum; gerçekten beni birisi üzmüştür, diğeri ise cevap verme ihtiyacı ortaya koymuştur.

Tam ben Erzincan kongresinde konuşmamı yaparken ve Kılıçdaroğlu’nun 1 gün önce MİT’le ilgili söylediği hususlar konusunda sadece bir siyasi taraf olarak değil, devletin bir kurumunu koruma saikiyle cevap verip Kılıçdaroğlu’nu eleştirirken önüme bir not kondu, Sayın Kılıçdaroğlu’nun kayınvalidesi vefat etmişti; o ana kadar bilmiyordum. Zihnimde kurguladığım konuşmamı tamamıyla değiştirdim, kendisine taziye diledim, Sevil Hanımefendiye, muhterem eşlerine taziye diledim ve konuşmamın akışını değiştirdim.

O dakikadan bu dakikaya kadar, hepiniz şahitsiniz, Tunceli’ye gittim üniversitede konuştum, en ufak bir eleştiri getirmedim. CHP’nin tek parti dönemine doğal olarak Tunceli’de eleştiri getirdim, ama Sayın Kılıçdaroğlu’nu üzecek tek kelime sarf etmedim.

Sonra AK Parti kongresine, yani Tunceli kongremize gittim. Normalde kongreler daha siyasi konuşmaların yapıldığı yerdir, tek bir kelime etmedim, çünkü bizim için taziye azizdir ve taziye günü muhatapla sadece gönül sohbeti yapılır, teselli sohbeti yapılır.

Sayın Kılıçdaroğlu’nu aradım, konuştuk, nezaketle de telefonuma çıktı, kendisine ve hanımefendiye taziyelerimi ilettim. Bu benim insani görevim, herhangi bir şekilde bir lütufta bulunmuş değilim, aldığımız kültürün gereği.

Fakat daha sonra Sayın Kılıçdaroğlu’nun yine bu eleştirilere, bana da hakaret ederek neredeyse devam ediyor olması beni derinden üzmüştür, bunu da paylaşmak isterim.

Tunceli AK Parti kongresine gittiğimde önüme Kılıçdaroğlu’nun Antalya’da yaptığı konuşmayı getirdiler, bakın taziye gününde, vefat gününde şunları söyledi sizin hakkınızda dediler. Takip ettiğiniz için ben o söylenenleri burada zikretmek istemiyorum. Cevap vermek ister misiniz dedi arkadaşlarım, hayır dedim, kim ne yaparsa yapsın, ne derse desin bizim kendi standartlarımız var, başkasının standardını kendimize ölçü almayız.

Onun için de bugün de Sayın Kılıçdaroğlu’na hiçbir şekilde cevap vermeyi düşünmüyorum. Hem kendisine, ama daha çok bu hakaretlerden sonra… Dün de yine cenaze merasiminde ağır bir siyasi polemik yaptı ve doğrudan hakaretamiz ifadeler kullandı. Kendisine, acısına, ama en fazla da anne acısı yüreğimi yaktı diye sabah ifadesini okudum ve anne acısını iki kez tatmış birisi olarak muhterem eşlerine hürmeten bugün kendisinden bahsetmeyeceğim.

Ama buradan da bir çağrıda bulunuyorum bütün siyasi liderlere; gelin üslubumuzu değiştirelim. Siyasi polemiğin en ağırını gerekiyorsa yapalım, ama ne zaman yapacağımızı, hangi şartlarda hangi kelimelerle yapacağımız konusunda bir ahlaki standart geliştirelim. Siyasi başarılar gelir-gider, ama ahlaki standartlar kayboldu mu hayatımızın özü kaybolur, manası kaybolur, anlamı kalmaz. Bu çağrıyı bütün siyasi liderlere yapıyorum; acıyı da paylaşmayı bilelim. Acı, sadece ortak acılarımız değildir maden faciasında olduğu gibi, aynı zamanda kişisel acılardır. O sebeple Sayın Kılıçdaroğlu’nun bugünkü tutumuna bakacağım, yarın Şanlıurfa’daki İl Başkanları Toplantımızda gerekli cevabı vereceğim. Bu cevabı da, kişisel olarak ona değil devlet kurumunu koruma sorumluluğuyla vereceğim. Milli İstihbarat Teşkilatımız bir devlet kurumu olarak bütün milletin hizmetindedir, doğrudan bana bağlıdır Başbakan olarak, ama bütün milletin hizmetindedir. Ben de ona talimat verirken hiçbir zaman herhangi bir parti ya da gruba karşı bir tutum alması talimatı vermem, onların devlet ahlakı da bunu yapmaz zaten. Ama dış güvenlik, iç güvenlikle ilgili tedbirler konusunda görevini yapar. Sadece şunu zikretmek istiyorum, yarın detayına gireriz gerekirse: 7 Şubat’ta MİT’e dönük operasyonun arkasında kimler varsa bu iddiaların arkasında da o çevrelerle CHP işbirliği var. Biz de MİT’i veya herhangi bir kurumumuzu böyle bir işbirliğine kurban etmeyiz.

Şimdi böyle bir taziye gününde olmadığı için Sayın Bahçeli’ye cevap vermek bir zarurettir. Çünkü bugün sabah, onun için de biraz geciktim, istedim ki Sayın Bahçeli yine ağır hakaretlerle üstümüze geldiği için bütün konuşmasını dinleyeyim ve ona göre cevap vereyim. Sayın Bahçeli ihanet kelimesini çok rahat kullanıyor, çok rahat kullanıyor, hemen ihanet. Peki kim kime, niye ihanet ediyor? Kendisine hatırlatmıştım, Dersim’de suçlu-suçsuz bir hukuk içinde kendinde değerlendirilir, ama 13 bin kişinin öldürüldüğü ve devlet kayıtlarına geçen şekliyle her tür silahın kullanıldığı, kadınların da öldürüldüğü bir vaka varsa ve ondan çok değil 5-6 sene sonra aynı devlet zihniyeti eğer Bahçeli’nin lideri rahmetli Türkeş’i, Türk dilinin önemli öncüleri olan Fethi Tevetoğlu’nu, Reha Oğuz Türkkan’ı, Zeki Velidi Togan’ı tabutluklara koymuşsa ve koyarken de devrin Savcısı Kazım Öçal aynen bugün Bahçeli’nin kullandığı tabirle bunlara ihanet içindedirler, bunlara zulmedildiği söyleniyor, doğru, zulmedilmiştir, zulmedilmeye devam edilecektir demişse, hangi zihniyete sahip çıkıyorsunuz Sayın Bahçeli? Tek parti dönemine sahip çıkmak size mi kaldı? Şimdi bizim neye karşı çıktığımızı birlikte görelim. Bakın o dönemin Dersim katliamını planlayan ideologlar ve diğer temsilcilerin bazı sözleri.

Naşit Hakkı Uluğ: “Dersim, elbette kendiliğinden adam olmaz, ne yapacaksa devlet yapacak, Dersim’i adam edecek.” İşte onların savunduğu devlet anlayışı bu. Bizim savunduğumuz devlet anlayışı ise; millet adamdır, adam edilmez, millete hizmet edilir anlayışıdır. Ve millet derken de milletin bütün kesimleri bunun içindedir.

Yine Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey: “Dersim, Cumhuriyet için bir çıbandır” diyor. Sonra işte 3 Mayıs 1944 davasını hazırlayan Savcı da, Kazım Öçal da milliyetçileri bir çıban gördü. 28 Şubat’ın Savcısı Vural Savaş da İktidar Partisi için o zaman “kanserli ur” demişti. Aramızdaki devlet anlayışı farkı bu. Milletin bir kesimine çıban, ur diye bakan anlayış bitmiştir, eski Türkiye anlayışıdır. Yeni Türkiye anlayışında bu milletin hiçbir kesimi ne urdur, ne çıbandır, hepsi saygıya layıktır, hepsi saygıyı hak etmektedir.

Bakınız İbrahim Tali Bey diyor ki: “Bütün Dersim’in dışarıyla ilişkileri kesilerek saldırılara ve ticarete engel olmak gerekmektedir. Bu yolla aç kalacak olan halka zamanla kendini sığınmaya mecbur etmek gerekir.” Aç kalacak olan halk. Hani suçluyla-suçsuz ayrımı, hani nerede? Bir şehir, bir kesim toptan suçlu ilan edilebilir mi, açlığa mahkum edilebilir mi? Ama sadece 37-38 Türkiye’si değil 94’te şimdi Başbakanlıkta çıkarttım yayınlanmış genelge var, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bazı yerlere 50 kilogramdan fazla un tutmak yasaktı şehirlerde, Tunceli’de. Girişlerde ve çıkışlarda gıda kontrolü yapılır. Şimdi AK Parti’nin Türkiye’yi nereden nereye getirdiğini herkes görsün ve anlasın. Bizim karşı çıktığımız zihniyet bu.

Şimdi Sayın Bahçeli şunu diyor: Yani biz ihanet içindeyiz ya, kendisi devletin bekasını düşünüyor ya. Bir an düşünün değerli dava arkadaşlarım, eğer bu zihniyet, yani Sayın Bahçeli’nin, MHP’nin demiyorum, gerçek milliyetçiler bu zihniyeti kabul etmez, gerçek MHP’liler bu zihniyeti kabul etmez, tek parti zihniyetini kabul etmez. Eğer böyle bir zihniyet hakim olsaydı, yani bir kesimi, bir toplumu ur, çıban gibi gören zihniyet, adam edilmesini gerektiğini gören zihniyet ve şu gün iktidarda olsaydı Suriye’de, Irak’ta etnik ve mezhebi ayrımla ortalık ateş yerine dönmüşken Türkiye ne halde olurdu, ne halde olurdu?

Şimdi Sayın Bahçeli’ye bir çağrıda bulunuyorum, bir meydan okuyorum ve soruyorum; Tunceli, Türkiye’nin bir vilayeti mi? Evet, şüphesiz evet ve hep Türkiye’nin bir parçası olarak kalacak. Peki, siz bütün Türkiye’ye hitap ediyor musunuz? Hitap etmeye çalışıyorsunuz. Buyurun, gidin bu söylediklerinizi Tunceli’de söyleyin cesaretiniz ve yüreğiniz varsa. Ve dönün o halka deyin ki; o gün öldürülenlerin hepsi vatan hainiydi deyin, onların torunlarının yüzüne bakarak deyin. Bakalım Tunceli’ye girebilecek misiniz? Ben dün Tunceli’deydim, yarın Tunceli’de olacağım, bir sene sonra olacağım, 10 sene sonra olacağım, 100 sene sonra olacağım.

Şimdi Toroslardan gelen bir Sünni Türkmen olarak söylüyorum; Dersim’e Dersim dememize hazret kızmış. Ben Toroslarda hepinizin artık adını öğrendiği için Konya’nın Taşkent’te doğdum. Taşkent’in adı 30’lu yıllara kadar Pirlerkondu’ydu, Pirlerkondu, pir, adında pir geçtiği için ismi değiştirildi. Neden? Pir, İslami bir anlam taşıyor diye. Aynı yıllar, Elaziz, nasıl Elazığ oldu? Elaziz, Esma-ü Hüsna’dır, Sultan Abdülaziz’i temsil ettiği için değiştirildi. Diyarbekir niye Diyarbakır oldu? Çünkü Bekir bin Vail’e atıftır. Hazreti Ebubekir döneminde Müslüman olan Bekir bin Vail’in torunlarının Diyarbakır’a gelip orayı İslamlaştırdığı için Diyarbekir’dir, bütün tarih boyunca Diyarbekir olmuştur, bir anda Diyarbakır oldu. Tunçeli, Diyarbakır. Şimdi bunların hepsini savunacak mısınız Sayın Bahçeli? Sayın Bahçeli, bunları savunacak mısınız? İçinde pir geçti diye bir şehrin yasaklanmasını, isimlerinin yasaklanmasını savunacak mısınız? Biraz tarih okuyunuz. Evet, ben Hacı Bektaş-ı Veli’de Horasan erenlerini saydım Alevi Türkmen kardeşlerime, daha çok Türk kökenli olduğu için orayı söylüyorum, Türkmen kökenli. Tunceli’de de Horasan erenlerini saydım, daha çok Alevi-Zaza kardeşlerime, saydım çünkü biliyorum. Peki, sen Tunceli’de, Dersim’e manevi misyonu biçmiş görülen ve bütün Dersim’in saygıyla andığı Baba Mansur’un, Hoca Ahmet Yesevi’nin Hocası Arslan Baba’nın oğlu olduğunu biliyor musun? Her kelimende, her konuşmanda Hoca Ahmet Yesevi’ye atıf yapıyorsun. Hoca Ahmet Yesevi’nin çilehanesinde ben kaldım. Ona hürmeten, onun hemen yakınında olan Arslan Baba’ya, yani aynı bölgede, Türkistan bölgesinde yürüme yakınlığı değil, ayrıca gidip ziyarette bulundum, huzurda divana durdum. Şimdi ben Hoca Ahmet Yesevi’nin yolunu takip eden Hazreti Mevlana, Ahi Evran çizgisinde bir Sünni Türkmen olarak, Tunceli’ye gidip ona Hoca Ahmet Yesevi’ye irfanı öğreten Arslan Baba’nın oğlu Baba Mansur’un huzurunda divan durmuşsam bunda rahatsızlık duyacak ne var? Birinin Zaza olması, birinin Türkmen olması bir şey fark eder mi? Hepsi Horasan erenidir, hepsi bizimdir, hepsine hürmet ediyoruz.

Şimdi o zaman Sayın Bahçeli’ye ben şöyle bir tezekkür etmesi ricasında bulunuyorum en azından, bir tezekkür etsin ne dediğini, kimi ihanetle suçladığını? Ve o ihanetle suçladığı kişinin tarihi referanslarına baksın. Sonra gelsin İç Anadolu’da medreseleri kapatıp, efendim sadece şapka yasağına muhalefet ettiği için idama yürüyen insanların olduğu diyarlarda, Türkçe ezan okuduğu için apar topar görülüp nereye gitti belli olmayan diyarlarda da tek parti zihniyetini savunsun. Buyurun, hodri meydan. Ben bu söylediklerimi, Tunceli’de söylediklerimi Konya’da da, Kayseri’de de, Bursa’da da, Edirne’de de söyleyeceğim ve milletim anlayacak. Ama o Ankara’da söylediğini acaba Tunceli’de söyleyebilecek mi? Ankara’da savunduğu tek parti zihniyetini, Hazreti Mevlana’nın türbesine girişi paralı yaparak türbeyi müzeye dönüştüren tek parti zihniyetinin olduğu Konya’da söyleyebilecek mi, Ahi Evran’ın diyarında söyleyebilecek mi? Bütün manevi mekanları kapatan, o manevi mekanlara… Bakın bunu konuşma vaktidir mademki, ben niye Hacı Bektaş-ı Veli Türbesinin ücretlerini kaldırdım, Hazreti Mevlana’da? Çünkü o Horasan erenlerine, o aziz insanların huzuruna para ödenerek girilmez girilmez. Bu bir alışveriş değildir, bu manevi bir haldir. O manevi hali yaşarken şu kadar lira ödeyip içeride gireyim yaşayım denmez. Ama niye oralara kondu biliyor musunuz o ücretler? Çünkü o tek parti zihniyeti o dergahları yasak addetti, girişi temin etmek için, sekülerize etmek için parayı koydu. O dergahlar, o dergahların maneviyatı ister Alevi, ister Sünni, ister Türk, ister Kürt, ister Zaza olsun ihya edilecek, çünkü bizim hayat damarımızdır, birlik damarımızdır. Selam olsun Horasan erenlerine, hangi dili konuşuyorsa konuşsun Horasan erenlerinin yolunu takip eden vatandaşlarıma selam olsun. Bizi bu yoldan kimse alıkoyamaz. İhanet suçlamasını ise aynen kendisine iade ediyorum.

Olayı takip etmiyor ve söylüyorum; ben gelecek hafta da, istersem yarın da Türkiye’nin her köşesinde her kesiminden vatandaşımla kucaklaşırım, gönül alır gönül veririm. Buyurun Sayın Bahçeli, işte ispat, er meydanı burada. Söyleyin bu söylediklerinizi Türkiye’nin her yerinde. Gerçek milliyetçilik milletin değerlerin sahip çıkmak ve milletin varlığını, birliğini, beraberliği temin edecek şekilde milletin her bir ferdini gönlüne, yüreğine basmaktır. Biz bunu yaptık, bunu yapmaya devam edeceğiz.

Bir de yeni bir şey keşfetmiş gibi sabahleyin 10 öneri de bulundu, takip etmiyor, konuştuklarımızı dinlemiyor. O 10 önerinin, hani Alevi sorunlarının çözümü için 10 önerinin 7’sini biz zaten yaptık, Sayın Bahçeli yaptık, çoktan yaptık. Alevi enstitüleri merkezleri, kurduk. İşte ben Tunceli’de Alevi Araştırmaları Merkezi’nin başı genç bir dede, Kadir Bulut olgunluğu, vakarıyla da çok takdirimi topladı, bakın ismini de unutmadım, onu kucakladım, konuştum gençlerle. Var Tunceli’de Alevi Araştırma Merkezi. Hacıbektaş’ta, Çorum’da, birçok üniversitede kurduk. Alevi klasikleri bastık, hepsini bastık. Makalat, hepsi Diyanet İşleri Başkanlığımız, Kültür Bakanlığımız tarafından basıldı. Ya Bahçeli, günaydın günaydın. Söylediği birçok şey yapıldı, diğerleri de yapılma aşamasında. Ama şu ucuzculuğa gidiyorlar, onu bazen zikretmeyeyim diyeceğim ama, CHP de diyeyim, Kılıçdaroğlu demeyeceğim, CHP de yapıyor. Bizim zaten söylediğimiz şeyi söylüyor.

Bu arada Sayın Kılıçdaroğlu’na bir borcumu da ödemeliyim, gerçekten çok takdir ettim. Tam ifade etmek için, ha buldum notu. Sayın Kılıçdaroğlu’na bir takdirimi ifade edeyim, Irak Türkmenlerini kabulünde ifadeyi aynen okuyorum; “sizin idealiniz bizim idealimiz, sizin sorunlarınız bizim de sorunlarımızdır, sizi unutmayacağız” demiş Kılıçdaroğlu. El-Hakk doğru, tebrik ederim. Şunu da söylemiş: “Nerede bir ezilen, sorunu olan, zalimin zulmüne uğrayan varsa yanında mutlaka CHP vardır ve var olmaya devam edecektir.” İşte CHP’den duymak istediğimiz sözler bu. İktisap hak istemiyoruz, ama bunlar bizim yıllardır söylediğimiz şeyler, yıllardır duymak istediğimiz şeyler. Ama Irak Türkmenlerini kabul edip bunu söyledikten sonra, şimdi ondan da ricam, takdir ettiğim için söylüyorum, eleştiri anlamında değil; Bayırbucak Türkmenlerini de kabul etsin ve desin ki aynı şeyi söylesin, zalimin zulmüne uğrayan varsa, yani Esad’ın zulmüne uğrayan Bayırbucak Türkleri, onları da bağrına bassın, onlar da zalimin zulmüne uğradılar. Ne güzel, bakın bizim dilimiz yavaş yavaş bütün siyasetin dili olmuşsa bundan mutluluk duyarız. Artık herkes mazlumun yanında olmayı, zalimin karşısında olmayı benimsemişse AK Parti felsefesi yayılıyor demektir, bundan da sadece mutluluk duyarız, hiç şey duymayız, niye yaptınız demeyiz, tebrik de ediyorum.

Sayın Bahçeli’ye de tek parti zulmüne sahip çıkma diyorum. Hani çatıda anlaştınız, Ekmeleddin çözümü üzerinde anlaştınız, ama çatıda anlaştınız diye tek parti kervanının arkasına takılıp gitme Bahçeli, milletin yüzüne bakamazsın bakamazsın. Ne doğuya, ne güneye, ne İç Anadolu’ya bakamazsın. Bizim siyasi anlayış farkımız budur, bu farkı korumaya devam edeceğiz.

Şimdi vaktinizi bugün çok aldığımın farkındayım, kapalı oturumumuz da var. Son olarak şunu zikretmek istiyorum: Kongrelerimizde gördüğümüz şevk, heyecan bizi mutlu ediyor. Dün gece saat 3’e kadar kongre çalışmalarıyla Genel Merkezde 3,5’a kadar, bu sabaha kadar yani arkadaşlarımızla çalıştık. Her bir kongremizde demokrasi şöleni görüyorum, gittiğim her yerde heyecan. Yani arka arkaya yapılmış iki seçimin yorgunluğu, rehaveti hiç yok.

Şimdi önümüzdeki haftada inşallah Cumartesi günü Erzurum, Kars, Pazar günü de Balıkesir ve Kırklareli’nde olacağız. Bunu da tesadüfen takvimlendirmedik. Cumartesi Türkiye’nin doğusunda serhat Kars’ta, dadaş Erzurum’da. Pazar günü de Türkiye’nin batısında Balıkesir’de, güzel Balıkesir’de serhatımızın Trakya’mızın incisi Kırklareli’nde olacağız. Bu bile, bu takvim bile bizim kuşatıcılığımızın sembolü. Yarın ise Peygamberler diyarı Şanlıurfa’da olacağız. Bakın bir taraftan devlet idare etmeye, reform yapmaya devam edeceğiz, bir taraftan da Türkiye’nin her bir köşesindeki vatandaşlarımızla buluşmaya devam edeceğiz. Çünkü bu yol gönül yoludur, millet yoludur, milletin her birini kucaklama yoludur. Allah bu yolda bize güç ve kuvvet versin.

Allah’a emanet olun.

join us icon
SEN DE ARAMIZA KATIL Gücümüze Güç Katalım.